Irving ile söyleşi: "Politika ile edebiyatı ayırmak kolay değil"
Sarah Irving ile söyleşi: "Politika ile edebiyatı ayırmak hiç kolay değil"
Gökçe GÜNDÜÇ
Sarah Irving serbest çalışan, sosyal meseleler ve çevre sorunlarıyla -ama en çok Orta Doğu ve Filistin'le- ilgilenen bir yazar. Yazıları Electronic Intifada ve Arabic Literature adlı sitelerde yayınlanıyor, Edinburgh Üniversitesi'nde İslam ve Orta Doğu çalışmaları üzerine doktora yapıyor. sarahirving.wordpress.com adresinde faaliyet gösteren bir blogu, iki de kitabı var. Bunlardan biri Filistin Gezi Rehberi, diğeri ise geçen yıl İntifada Yayınları tarafından yayınlanan Leyla Halid: Filistin Kurtuluşunun Simgesi. Şaşırtıcı olan şu ki, kaleme aldığı gezi rehberi Leyla Halid biyografisinden çok daha fazla tepki çekmiş. Irving bu durumu, "İngiltere'deki siyonistler artık bu tür biyografilere tepki gösterme zahmetine girmiyorlar," diyerek açıklıyor ve şöyle devam ediyor:
"Eğer gezi rehberimde sadece Batı Şeria ile Gazze'ye yer versem, belki yine bu derece rahatsız olmazlardı. Fakat İsrail'de Filistinli nüfusun yaşadığı bölgeleri de dahil etmiştim ve kesinlikle 'Bu bölgeler Filistin'e ait, İsrail bu toprakları terk etmeli,' demeye çalışmıyordum. 'Eğer Filistin kültürüyle ve Filistinliler'in bugünkü durumuyla ilgileniyorsanız, buraları görmeniz de iyi olur,' demek istemiştim."
Arapça bilen, başta şiir ve öykü olmak üzere Orta Doğu edebiyatından eserleri İngilizceye çeviren Sarah Irving ile siyaset, aktivizm, edebiyat ve çeviri dörtgeninde söyleştik.
Biyografinizi okuyunca sadece Orta Doğu politikasıyla değil, kültürüyle de ilgili olduğunuz anlaşılıyor. Üstelik bölgenin kültürünü ve politik koşullarını tüm dünyaya, doğru şekilde aktarmayı da önemsiyorsunuz. Bu ilgi nasıl başladı peki?
Her zaman çeşitli alanlarda sürdürülen mücadelelerin içindeydim; insan hakları ihlalleri ve ekolojik meseleler bunların başında geliyordu. Ayrıca uluslararası dayanışma platformlarıyla da ilişkilerim vardı. 1990’larda Nikaragua özelinde oluşturulmuş bir platformla örneğin... 2001’de İkinci İntifada’nın başlangıcında da Filistinli aktivistler, insan hakları alanında çalışan Avrupalı ve Amerikalı aktivistleri Filistin’e davet etmişti. Amaç onların durumu kendi gözleriyle görmelerini sağlamaktı. Ben de davet edilenlerden biriydim. Bu her zamanki yarı resmi ziyaretlerden biri olacaktı. Batı Şeria’daki farklı gruplarla ve Nablus’un valisiyle tanışacaktık. Bu vesileyle Filistinliler’le çalışabilecek, kampanyalara destek verebilecektim. Filistin birçok insan için öyle bir yer ki bir kez oraya gidince hayatınızın büyük bir bölümü haline geliyor. Bana da böyle oldu. Üniversitedeki çalışmalarımdan Orta Doğu ile ilgili bir şeyler zaten biliyordum. İlk yüksek lisans derecem politik ekonomi üzerineydi. Orta Doğu üzerine de bir şeyler yapmıştım fakat içimde orası hakkında daha fazla şey öğrenme arzusunu uyandıran Filistin’e yaptığım bu ziyaretti.
Ve evet, sadece politikayla ya da işin aktivistleri ilgilendiren boyutuyla sınırlı kalmadım. Şu an üzerinde çalıştığım, doktora tezim İngiliz mandası altında bulunduğu günlerden başlayarak Filistin tarihini konu alıyor. Ayrıca hem edebiyat öğretiyor, hem de bu konuda çalışmalar yürütüyorum. Ve tüm bunlar Orta Doğu’nun dünyanın geri kalanından farklı ya da ilginç olduğunu düşünmemden kaynaklanmıyor; benim kişisel olarak, orasıyla aramda bir bağ bulunduğunu hissetmemden kaynaklanıyor. Eğer bu hissi Latin Amerika’ya gittiğimde yakalasaydım, Latin Amerika üzerine çalışırdım. Ama yaşamın nasıl ilerlediğini bilirsiniz, böyle şeyler, bir yerde, aniden oluverir.
Arapçadan İngilizceye çeviri de yapıyorsunuz. Arapçayı nereden öğrendiniz? Çevirmenliği de aktivizmin bir parçası olarak görüyor musunuz?
Filistin’de çalıştığım zamanlarda biraz Arapça öğrenmiştim. 2001’deki ilk ziyaretimden sonra orada sık sık bulundum. İnsan hakları çalışmaları yürüttüm, İngiltere’den bazı öğrenci gruplarına orada rehberlik yaptım ve bölgede gazeteci olarak da bulundum. Orada geçirdiğim tüm zamanları bir arada düşünürsek, Filistin’de toplam 1,5-2 yıl kaldığımı söyleyebiliriz. Orada biraz Arapça öğrenmiştim daha sonra, üniversitede aldığım derslerle pekiştirerek, layıkıyla öğrenme imkanını yakaladım. Zaten Arapçayı politik çalışmalarda kullanabilmeye bu eğitimden sonra başladım. Dil ve onunla bağlantılı konularda daha derinlemesine düşünme şansını yakaladım.
Evet, bir açıdan çevirmenlik benim aktivist yanımın da bir parçası çünkü Orta Doğu’nun edebiyatı ile kültürünü daha geniş bir okur kitlesine sunmak oldukça önemli. Fakat tersi bir durum da söz konusu; edebiyatın aktivizmi beslemesi kadar aktivizm de edebiyatı besliyor. Örneğin son zamanlarda çevirdiğim şiir kitabında yer verilen şairler pek bilinen şairler değil. Umuyorum ki bu kitap sayesinde kendi ülkelerinin edebiyat camiasında daha fazla yer edinirler. Orta Doğu’da da şairler ve yazarlar bulunduğuna ilişkin algının açılması, kültürlerin birbirlerinin edebiyatına duydukları ilgiyi artırabilir. Bu bakımdan, elbette çeviri de politik. Çünkü İngiltere’de çok az sayıda insan Orta Doğu ve Filistin hakkında bir şeyler biliyor ve edebiyat aracılığıyla politikayla ilgilenmeyen insanlara da ulaşabiliyorsunuz. Politikayı umursamıyordur belki ama şiir okuyor olabilir. Üstelik edebiyat, insanlar arasındaki anlayışı farklı bir boyuta taşır, ki buna politikayla ulaşamazsınız.
Öte yandan, Gazze’de yazılmış bazı kısa hikayeleri de çevirdim. Ve bu süreç oldukça politik bir hal aldı çünkü yazarlardan bazıları şehir saldırı altındayken yazıyordu. Onların bu durumla baş etme yöntemleri yazmaktı zaten. Biz de bunları hızla çevirip internette yayınlamaya çalıştık. Bu şekilde Batı’daki insanlara orada olup bitenler hakkında bir fikir verebileceğimizi düşündük. Haberleri ve blogları, evet, okuyoruz ama insanların edebi olarak neler yarattıklarını görmek, savaşın zihinlerinde yarattığı tahribatı anlamak açısından daha etkili bir yöntem.
Dolayısıyla politika ile edebiyatı ayırmak, benim açımdan hiç kolay değil. Ama edebiyatın insanları politik bireyler haline getirmek için kullanılmasını da doğru bulmuyorum. Politikanın çevirmenleri, insanları siyasete itmek için kullanmalarını istemiyorum. Benim için politika ve edebiyatın ayrılamamasının sebebi, çevirinin propaganda aracı olarak kullanılabilmesinde değil, insanları farklı bir boyutta anlamamızı sağlamasında gizli. “Bu kitabı okudun, dolayısıyla insan hakları ile ilgilenmeye başlamalısın,” gibi bir bakış açısından bahsetmiyorum yani... Bu kadar basit değil.
"Orta Doğu’da neler olduğunu televizyondan öğrenemezsiniz"
Türkiye’de İsrail ve Filistin arasındaki çatışma , iç politikaya malzeme ediliyor. Bu eğilim bilgi akışını kesintiye uğratıyor, tarafsız habercilik ilkesini de zedeliyor aslında. Bu bağlamda İngiltere’de durum nasıl?
Oldukça farklı. Çünkü İngiltere’de Filistin’i destekleme durumunu oy kazanmak için kullanamazsınız.
İngiltere’deki durum tersinden benzemiyor mu? Orada da İsrail lehine konuşmak oy getiriyor gibi duruyor...
Evet, İngiltere’deki başbakanın “İsrail’i destekliyoruz” demesi normal bir durum. Başbakanın ve hükümetin İsrail’i destekleyeceği varsayılıyor zaten. İktidar partisinin bazı üyeleri, “Hayır, Filistin’i destekliyorum,” deseler bile, hükümetin genel duruşu bu yönde olmuyor; hükümet İsrail’i müttefiki olarak görüyor ve destekliyor. İsrail’in saldırılar sırasındaki bazı tutumlarının eleştirildiği, “Bu defa fazla ileri gittiler” dedikleri oluyor. Fakat bunlar genel duruşlarını etkilemiyor. Yine de bir politikacının çıkıp “Filistin’i destekliyorum,” demesi çok da garip karşılanmıyor artık. Büyük şehirlerdeki bazı seçim bölgelerinde, özellikle de Müslüman nüfusun fazla olduğu bir bölgede, böyle bir cümle kurması politikacının lehine olur hatta. Ülkenin geneline hitap eden bir konuşma yapıp böyle bir cümle kurduklarında ise konuşmayı eleştiren telefonlar ya da mailler alıp, anti-Semitizm ile suçlanırlar.
Sıradan bir insan televizyonu açtığında Orta Doğu’da gerçekten neler olduğunu da öğrenemiyordur sanırım...
Hayır, ana akım medyadan bunu öğrenemezler. Gerçeğin İsrail’in çıkarlarını koruyan bir başka versiyonunu dinlerler. Öte yandan Filistinliler’in medyadaki temsili onların daha çok kurban olarak algılanmasına neden oluyor. Sanki bölgede yaşananlar insan hakları ihlallerinden ibaretmiş gibi yansıtılıyor. Bunun arkasındaki politikaya asla değinilmiyor. Haber kanalları tüm bu ihlallerin neden yapıldığını, Gazze’deki koşulların neden bu kadar berbat bir hale geldiğini asla tartışmıyor. Oradaki sorunlar esaslı bir yardım çalışmasıyla çözülebilecekmiş gibi bir rüzgar estiriliyor. Çünkü bunların neden yaşandığından bahsederseniz İsrail’i eleştirmek zorunda kalırsınız ve İsrail’i eleştirirseniz sizi anti-Semitizm ile suçlayan birçok mektup gelir. Eğer insanlar gerçeğe ulaşmak istiyorlarsa internete başvurmak zorundalar.
"Kısa süre öncesine kadar Filistin direnişi sekülerdi"
Leyla Halid biyografisi “Devrimci Hayatlar” adlı bir seri kapsamında yayınlandı. Halid’i yazmaya nasıl karar verdiniz, ilginizi neden çekti? Aynı başlık altında yazmayı planladığınız başka isimler var mı?
Leyla’yı seçmemin üç ana nedeni var. İlk olarak, onunla tanıştığım için onu yazmak kolaydı. Onunla tanışmış, konuşmuştum; üstelik ortak bir arkadaşımız vardı. Onunla irtibata geçtiğimde, hakkında bir kitap yazma isteğimi hemen kabul etti. Özetle onu seçtim, çünkü onunla çalışmak mümkündü. İkincisi, o bir kadındı. Ben de kendimi bir feminist olarak nitelerim. Filistin siyasetinin parçası olan bir kadın hakkında yazmak ilginç olabilirdi. Çünkü dünyanın dört bir yanında olduğu gibi, Filistin’de de siyaset sahnesinde erkekler vardır. Son olarak da, özellikle Batı’da Filistin meselesi, dini bir çatışma olarak algılanıyor daha çok... Ben böyle olduğunu düşünmüyorum; bu mesele uluslar ve toprakları ile ilgili... Pek çok insan, kısa süre öncesine kadar Filistin direnişinin seküler bir şekilde yürütüldüğünü bilmiyor; direniş dini terimlerle ifade edilmiyordu. Leyla’yı tercih etmemin altında işte bunlar yatıyor. Ufukta, seri kapsamında yazar olarak yer alacağım bir proje bulunmuyor. Daha çok editör rolüne büründüm. En çok da şiir kitaplarıyla ve çevirilerimle ilgileniyorum. Üstelik doktoramı tamamlamaya çalışıyorum ki bunun da epey vaktimi aldığını söylemem gerek.
1973 yılında Corc Haccar (George Hajjar) tarafından kaleme alınan Leyla Halid biyografisi büyük tepkiyle karşılanmış, bu tepkiler yazarın hayatını cehenneme çevirmişti. Sizi rahatsız eden herhangi bir şey yaşandı mı?
Pek sayılmaz. Dürüst olmak gerekirse, İngiltere’deki siyonistler artık bu tür kitaplara tepki gösterme zahmetine girmiyorlar. Bu tür kitapları Filistin’in iç politikasıyla zaten ilgilenen insanların satın alacağını düşünüyorlar. Kitaplarım arasından en çok tepki çeken de kaleme aldığım Filistin gezi rehberiydi. Çünkü turizm İsrail için çok önemli. Öte yandan, insanların Filistin’e turistik sebeplerle gitmeleri düşüncesinden, Filistin’in bu alanda bir alternatif haline gelmesi olasılığından gerçekten nefret ettiklerini düşünüyorum. Bu kitabım birçok berbat tweetin, mailin ve telefonun hedefine yerleşmeme sebep oldu. Eğer kitapta sadece Batı Şeria ile Gazze’ye yer versem, belki yine bu derece rahatsız olmazlardı. Fakat İsrail’de Filistinli nüfusun yaşadığı bölgeleri de dahil etmiştim ve kesinlikle “Bu bölgeler Filistin’e ait, İsrail bu toprakları terk etmeli,” demeye çalışmıyordum. “Eğer Filistin kültürüyle ve Filistinliler’in bugünkü durumuyla ilgileniyorsanız, buraları görmeniz de iyi olur,” demek istemiştim. Siyonistler bundan pek hoşlanmadılar. Ama önemli değil, bunları bekliyordum.
Leyla Halid kitabım nedeniyle içine düştüğüm tek durum şuydu: Manchester’daki bir kitabevinde bu kitap için bir etkinlik düzenleniyordu. Oldukça ana akım bir kitabeviydi bu. Diğer etkinliklerin tamamı ya akademik mekanlarda ya da sol kanattan kitapçılarda gerçekleşmişti. Manchester’daki Blackwell Kitabevinde düzenlenmesi planlanan bu etkinlik duyurulduğunda kitapçının telefonları kilitlendi. Bilirsiniz ki böyle bir kitapçının hatları sipariş verebilmek için vesaire, açık olmalıdır. Pek de politik biri sayılmayan mağaza müdürü böyle bir durumla karşılaşınca panikledi ve etkinliği iptal etti. Etkinliğin iptal edilmesi ters tepti çünkü birçok aktivist ve pek de politik sayılmayacak yazarlar bile kitabevini sansürle suçlayarak eleştirdi. Bunun üzerine etkinliğin yapılması yeniden gündeme geldi ve yapıldı.
"Tarafsızlık iddiasıyla yayın yapanlar daha tehlikeli"
Elektronic Intifada adlı bir haber sitenin yazarısınız. Türkiye’de de kitabınız İntifada Yayınları tarafından basıldı. İntifada adını taşıyan bir yayın organı, okura taraf tuttuğu mesajını vermiş olmuyor mu sizce?
Elektronik İntifada, Filistin’in yanında yer aldığını açıkça belirtiyor zaten. Tarafsız olduklarını söylemiyor, aksine “Biz bu taraftayız,” diyorlar. Bu noktada ana akım medyanın İsrail taraftarı olduğunu hatırlamak gerekiyor. Dengeyi yeniden kurmak için böylesi bir duruş benimseyen yayın organlarına ihtiyaç var. Öte yandan, yaptıkları haberler konusunda yüksek standartları var. Eğer elinizde iyi bir kanıt yoksa, hiçbir iddiada bulunmanıza izin vermiyorlar. Editörleri de oldukça katı kurallar bağlamında hareket ediyor. Yayınlanan her makale ve eleştiri yazısı iki editörün elinden geçiyor. Eğer kanıt göstermeksizin ortaya bir iddia attıysanız ya da öne sürdüğünüz bir bilgi doğru değilse, yazıyı size geri gönderiyorlar. Blogları bile bir editörün gözetimi altında. Benim yazılarım da onların denetiminden geçiyor. Sözlerimi destekleyecek kanıtlar var mı, yok mu, mutlaka değerlendiriyorlar. Evet, belli bir bakış açımız var ama bu bakış açısı kesinlikle savunabileceğimiz, arkasında durabileceğimiz bir bakış açısı. Belki kulağa biraz post-modernist gelecek ama herhangi bir yazarın, herhangi bir konuda objektif davranabileceğine inanmıyorum zaten. Saklamak istesek bile, mutlaka bir fikrimiz vardır. BBC ve benzeri kanallar objektif olduklarını iddia ederken, İsrail’in gönderdiği basın bültenlerinden haber yapıyorlar. Bence önemli olan söylediğiniz şeylerin bir temeli olması, gerektiğinde onları savunabilmeniz, kanıtlayabilmeniz... Üstelik İntifada adıyla yayın yapan bir sitenin haberlerini okurken karşınızdakinin hangi noktada durduğunu biliyorsunuzdur. Oysa objektiflik iddiasıyla yayın yapan ana akım medyaya bakarken, onların nerede durduklarını incelemek zorundasınızdır ki bence bu çok daha tehlikeli.
"Yazarlar, kültürlerinin temsilcisi olarak etiketlenmemeli"
Orta Doğu edebiyatında dünyanın geri kalanında göremeyeceğimiz bir şeyler var mı?
Orta Doğu edebiyatını farklı kılan Orta Doğulu yazarların uğraşmak zorunda kaldıkları meselelerdir. Bunlar kültürel meseleler de olabilir, cinsiyetçi politikalar ya da tarihi konular da olabilir... Şiir ya da öykü yazan birinin yetiştiği kültürün temsilcisi olarak etiketlenmesini doğru bulmuyorum. Bence bu yazarların üzerinde büyük bir baskı yaratıyor ve hiç adil değil. Elbette herkes bir kültürün ürünüdür. Bu kültüre karşı çıktıkları durumda bile, aslında bir şekilde yine onun ürünüdürler. Eğer Orta Doğu ile ilgiliyseniz, bölgenin edebiyatı ve sanatıyla da ilgilenirsiniz; tıpkı politikasıyla ve tarihiyle ilgilendiğiniz gibi... Dünyanın geri kalanı için de bu geçerli; Orta Doğu’ya has bir durum değil yani. Orta Doğu’da doğmuş muhteşem bir edebiyat var; oradan çıkmış gerçekten harika yazarlar var. Aynı şekilde Orta Doğu’dan kötü bir edebiyat ve yeteneksiz yazarlar da çıkıyor. Bir kısmı Batı dillerine de çevrilmiş vaziyette çünkü vahşet sahneleri ilgi çekiyor. Eğer sıcak bir konuyu işliyorsa, kitabın edebi değerine pek aldırış edilmiyor.
Bunların hiçbiri Orta Doğu edebiyatının dünyanın geri kalanındaki edebiyattan farklı olmasıyla açıklanamaz. Zira bazı noktalarda Latin Amerika edebiyatı ile arasında benzerlikler kurulabilir. Sömürgecilikle mücadele eden diğer ülkelerin edebiyatından çok da farklı sayılamaz. Bazen de yazarların yazdıkları konular kadar yazmadıkları konular da size çok şey anlatır. Ayrıca dünyanın farklı yerlerinde yaşamış yazarlar birbirlerinden bir şeyler öğrenirler. Neruda’nın ya da Garcia-Marquez’in ve büyülü gerçekçiliğin etkisini Orta Doğulu yazarların üzerinde görebilirsiniz. Ya da Mısırlı yazar Latifa al-Zayat’ın yazdıklarını ABD’de 70’lerde feminist roman yazarlarının kaleme aldığı metinlere benzetebilirsiniz. Üstelik Latifa al-Zayat’ın kitapları daha eskidir. Tüm bu kadın yazarlar sosyal değişimden ve bunun kadınlar üzerindeki etkisinden bahsetmişlerdir. Farklı bölgedeki kadınlar için özgürleşmenin ne anlama geldiğini bu yazarlara bakarak görebilirsiniz.
Bölgenin edebiyatını hiç bilmeyen biri hangi kitaplarla başlamalı?
Ğassan Kanafani’nin kitaplarını öneririm. Filistin edebiyatı için çok önemli bir edebiyatçı, kısa hikaye türünü oldukça iyi kullanmış bir yazar. Sudanlı yazar el Tayyip Salih de böyle bir isim; kısa hikayeler ve kısa romanlar yazmış. En önemli eseri Kuzeye Göç Mevsimi. Doğu-batı ilişkileri üzerinde düşünmek için çok uygun bir kitap. Mahmut Derviş’in şiirleri de oldukça önemli.
Doğdukları topraklar Orta Doğulu yazarların önüne ne gibi engeller çıkarıyor?
Filistinli yazarların sıkıntısı, kitaplarını basacak bir yayıncı bulmakta zorlanmaları. Özellikle internet yayılmadan önce, Arap dünyasının geri kalanından kopuk halde yaşıyorlardı. Bu yüzden Arapça edebiyat sahnesine çıkmaları da güçtü. Büyük yayıncılar Beyrut’ta ve Kahire’de. Güvenlik sorunu da düşünülünce Filistinli yazarların evlerinden çıkıp bir yayıncıya ulaşmaları pek öyle kolay olmuyor. İsmini duyurmak, kitaplarını bastırmak zor. Bir sansür bulunduğu için değil, bir yazarı bilinir kılan yollardan geçmelerindeki engeller yüzünden... Ayrıca Arapça zor bir dil olarak düşünüldüğünden çeviriye de kolay kolay yanaşılmıyor. Bu da sadece Filistinliler’e özgü değil, Arapça yazan herkesin yüzleştiği bir sıkıntı. Diğer yandan, şunu söyleyebilirim ki, Arapça edebiyat özellikle İngiltere’de epey popüler hale gelmiş durumda. Çünkü “İslam dünyası” haberlerde çok fazla yer tutuyor ve insanlar bu kültür hakkında daha fazla şey öğrenmek istiyorlar. “Tüm Müslümanlar kötüdür” yargısını saçma bulan ve o kültürü tanımak isteyen pek çok insan bulunuyor. Bunun yanlış olduğunu hisseden insanlar var. Okuyarak farklı sesler duyabileceklerini düşünüyorlar.
* Görsel: Ethem Onur Bilgiç
Yeni yorum gönder