Eleştiri Arşivi

Eleştiri
Bilimkurgu ya da fantazya türlerinin uzun zamandır güncelliğini yitirmeyen "kaçış edebiyatı"nı temsil edip etmediğiyle ilgili tartışmaları yeniden üretmeden, hayal gücünün olanaklarını nasıl çoğalttığının altını çizebilmek, şimdilerde Darwinya'yı, bir zamanlar Isengard'ı ya da Simeranya'yı yaşadığımızın en önemli kanıtı gibi.

Babamı tanıdığımda 30 yaşındaydım. Çünkü ölmüştü. Yahut otuzlarımdaydım, o da hayattaydı. Fikir yürütmek üzerine araştırmalar yapıyordum. Türkçenin güzel söz öbeklerinden biriydi "fikir yürütmek": Emekleyen bir fikri ellerinden tutup ayağa kaldırıyor ve sanki ilk adımlarını atmaya başlayan bir bebekmiş gibi kendi başına ilerlemesi için çabalıyordum. Ancak, iş bu kadarla kalmıyordu.

Tarih kitaplarını açıp tozun toprağın içine gömülmeyi göze alanlar, belli yıllara odaklanıp ötekileri pas geçebilirler. Bu çok doğal. Ama o büyük kırılmaları yaratan, aslında önceki senelerin hazırladıklarıdır.

Bazı kelimelerin algılanışı kişiden kişiye farklılık gösterebiliyor. Kültürel çeşitlilik, dini inanış, farklı yaşam tarzları, bu algısal değişikliğin oluşmasını sağlayan en önemli etkenler. Andrej Nikolaidis'in romanına isim olarak seçtiği kelime de bunlardan biri: Kıyamet.

Bir çiftlik ziyaretinde Stalin'e sormuşlar, nasıl oluyor da sana itaat etmeye devam ediyorlar diye. Stalin, bol yumurtlamasıyla övündüğü tavuklarından birini yakalamış, tüylerini yolmaya başlamış. Cascavlak kalan tavuk, can havliyle bağırarak, olmayan kanatlarının gücüyle bir o tarafa bir bu tarafa koşmuş. Bir süre sonra, Stalin'in elleriyle uzattığı darıyı görünce geri dönmüş.

Bir roman ne zaman otobiyografik sayılır? Yazar başından geçenleri anlattığında mı? Yoksa yazar başından geçmesini umduklarını anlattığında mı? Bir Ikea Dolabında Mahsur Kalan Hint Fakiri'nin Olağanüstü Yolculuğu tam da bu çizginin üzerine yazılmış roman. Peki Fransız bir yazar ile bir Hint Fakiri'nin ne tür bir ortak noktası olabilir?

Fatih Öcal ilk romanı Mayıs’ta yakın tarihin güncel siyasi olayları etrafında gelişen, gerilimli bir polisiye hikaye anlatmış. Mayıs, siyasetle iş dünyasının, iş dünyasıyla uluslararası sermayenin iç içe geçmiş ilişkileri ve üçüncü dünyada çevrilen karanlık oyunlar etrafında kurgulanmış bir roman.

"Freud'un kitapları çok ağır, hiçbir şey anlamıyorum", "Psikanaliz hep böyle sıkıcı mı?", "Psikanalizi anlatan kitapların dili hep böyle karmaşık olmak zorunda mı", "Psikanalizi çok merak ediyorum ama okudukça kafam karışıyor" gibi cümleleri birçoğumuz duymuş veya içimizden geçirmişizdir.

Çizgisiz kağıda düz başlayan ama aşağı doğru kayan satırlar gibidir hayat. Birçoğumuz, o günleri bir kere olsun kaydırmadan, hayallerin ve beklentilerin rotasından çıkmadan yol almak isteriz. Fakat hayat mutlaka çizdiğimiz rotadan çıkar. Harun Candan’ın kaleme aldığı Hayalname de böylesi bir rotadan çıkış hikayesi işte.

"Umea, Lulea, Pitea, Skelleftea…"
"Ne diyorsun tanrı aşkına?"
"Hiç sevgilim, Laponya’nın nehirleri…"
"Ne ilgisi var şimdi Laponya’nın nehirlerinin?"
"Hiç sevgilim. Hem de hiçbir ilgisi yok…"
(Çare: Coğrafya)
