Eleştiri Arşivi

Eleştiri // En çok okunanlar
//php print_r ($fields); ?>
Ned Beauman'ın ilk romanı 2011’de Türkçeye çevrilmişti. Şaşırtıcı, hızlı ve heyecanlı bir roman olan Boksör Böcek’i beğenmiştim.

//php print_r ($fields); ?>
Daedalus, elleriyle yaptığı kanatları oğlu İkarus’a taktığında, ona keyfe kapılıp çok yükselerek, güneşe yaklaşmamasını söylememiş miydi? Keyfe kapılırsa güneşin ateşiyle yanacağını... Peki ama güneşe yaklaşmamak mümkün müydü? Uçabildiğini fark ettiği an, ne hissediyordu insan? Daha yukarı, daha da yukarı! Çünkü yapabiliyordu! Çünkü kibre kapılmak hiç de zor değildi.

//php print_r ($fields); ?>
Kjersti Skomsvold’un, 33 romanındaki K. isimli anlatıcı, yalnızlığın insanı öldürdüğünü söylüyor: “Çocuğa radyoda duyduklarımı, bir insanın bedenine hiç dokunulmazsa onun öldüğünü anlatıyorum, bu bir tokat gibi.” Skomsvold’un daha önce Türkçedeki diğer kitabı Hızlandıkça Azalıyorum’un yolu da, tıpkı 33 gibi, “yalnızlık” kavşağında kesişiyordu.

//php print_r ($fields); ?>
Pencerenin dışında sonbahar rüzgârı hüznünü fısıldıyor. Moskova’da yağmur, kirli camların üzerinden şerit şerit akıyor. Paravandan odanın içerisinde gölgeler oynaşıyor. Yoldaş, sade vatandaş Maksudov kabullenilmiş bir isyan içerisinde; masanın üzerindeki eski püskü, yoksulluğunu aydınlatan tozlu lambanın altında romanını yazıyor: ucuz bir mürekkep hokkası, birkaç kitap ve gazete...

//php print_r ($fields); ?>
Heinrich Böll’ün Can Yayınları’ndan çıkan öykü kitabı, duyguları alt üst eden, insan elinden çıkma vahşetin sahici korkunçluğuyla bir kere daha yüzleştiren, can yakan bir kefaret öyküleri seçkisi.

//php print_r ($fields); ?>
Sarah Quigley’nin Orkestra Şefi isimli romanına geçmeden, sanırım öncelikle Leningrad Kuşatması’na giden yolda zamanı geriye alıp tarihte ufak bir yolculuğa çıkmamız gerekiyor. 1920’lerin ortalarındayız; Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkmış, Versay Antlaşması’nın zincirleri altında kanlar içinde yatan Almanya’nın sokaklarına açlık, hayal kırıklığı, nefret ve kaos hâkim...

//php print_r ($fields); ?>
Bize öğrettiği onca şey için Ursula K. Le Guin’e ne kadar müteşekkir olsak az. Uzun teşekkür listemizdeki maddelerden biri de, biraz fantastiğin yardımı ile başka türlü ifade edildiğinde o kadar da etkili olmayacak meselelerin tesir gücünün birden bire yükselmesi olmalı. Mitler, masallar, arketipler ve metaforlar, devasa edebiyat çınarına su taşımaya devam ediyor.

//php print_r ($fields); ?>
Adalet Ağaoğlu’nun eylülde Everest’ten çıkan kitabı Düşme Korkusu adını taşıyor. Bir kitabın ismi içeriğinden bağımsız olabilir, Gülün Adı buna güzel bir örnektir; bazı isimler içeriğe dair ipucu verebilir, bazıları ise tamamen o isim üzerine inşa edilebilir. Düşme Korkusu son gruptan.

//php print_r ($fields); ?>
Yapıtlarının temaları, üslupları ve yöntemleri söz konusu olduğunda Franz Kafka'nın 19. yüzyılın en büyük İngiliz romancısına ne kadar çok şey borçlu olduğundan ve bu büyük 'tereke'yi nasıl Kıta Avrupası edebiyatında yaşattığından sıklıkla bahsederiz, ama bugün modern romanın en sevilen figürlerinden birinin, Dostoyevski'nin Charles Dickens'la kardeşliği büyük oranda göz ardı edilir.

//php print_r ($fields); ?>
Tarihsel ya da biyografik zemine sahip bir roman, ilgilendiği özel konuya dair bilgi dağarcığımızı biraz olsun geliştirir. Romanın ele aldığı o belirli döneme ya da kişiye duyduğumuz merak da, pekala bizi o romanı okumaya iten nedenlerden biri olabilir.













