Eleştiri Arşivi

Eleştiri // En çok okunanlar
//php print_r ($fields); ?>
Arakçı, metropolde tek başına yaşayan, beyaz yakalı genç bir kadının hayatının birkaç günlük kesitini anlatıyor. Reklam ajansında çalışan Corrina Park’ın kendisiyle, yaptığı işle, yalnızlığı ve geleceğiyle ilgili arayışını okuyoruz. Rutinleşen biçimde işine gidip gelen genç insan tekinin sıkıntılarını ve büyümesini izliyoruz da denebilirdi.

//php print_r ($fields); ?>
Çocuklar neden çizgi roman okuyor? Her hafta koşarak, kapışarak aldıkları çizgi romanlarda neler anlatılıyor? Bu kostümlü maskaralar nasıl oluyor da bu kadar seviliyor? Amerika’da süper kahramanların altın çağı sayılan 1938-1949 yılları arasında pek çok bürokrat ve eğitimci bu soruları soruyor, korkuyor ve endişe ediyordu.

//php print_r ($fields); ?>
Ebubekir Eroğlu, son dönemin en iyi ve önemli şairlerinden biridir demek yetmez; büyük bir şairdir o. Özellikle yeni yayımlanan kitabı İçkale onun bu gerçeği, şiirinin zirvesine çıkarak mühürlediği bir kitap.

//php print_r ($fields); ?>
“Üçüncü dünya edebiyatı” kavramıyla ifade edilmek istenenlerden birisi, Batı edebiyatının merkezinden uzakta yetişen edebiyatçıların eserlerindeki yenilik ve çeşitliliktir. Bu yenilik ve çeşitlik -Cortázar, Márquez ya da Borges’in kitaplarında olduğu gibi- genellikle hafıza, hakikat ya da zaman gibi temaların ele alınış biçimindeki yenilik ve çeşitliliğe atıf yapar.

//php print_r ($fields); ?>
Sanırım Karl Ove Knausgaard'ın ismini duymayan kalmamıştır artık. Ben ise kendisiyle, altı kitaptan oluşan Kavgam serisinin üçüncü kitabı ile tanışmış bulunuyorum. İtiraf etmeliyim ki, “bestseller” kervanına katılmış bir roman serisi olduğu için burun kıvırmıştım başta.

//php print_r ($fields); ?>
Buzul Çağı, Louvre Müzesi tarafından sipariş edilmiş bir çizgi roman. Ünlü sanat merkezi, Fransızların türe olan sevgisini hesap ederek ünlü sanatçılarla çalışıyor; Enki Bilal, David Prudhomme, Christian Durieux, Éric Liberge gibi isimlerin çizgi roman albümlerini yayımlıyor. Buzul Çağı da, Nicolas de Crécy imzasıyla bu seriden çıkmıştı.

//php print_r ($fields); ?>
Edebiyatın nerede bittiği, gerçek hayatın nerede başladığı, hem okur hem de yazar için zaman zaman netliğini yitirebiliyor. Hem yazan hem de okuyan biri olarak bazen metnin içinde kaybolduğum, bazen de gerçek hayatın içinde kaybolup tam tersine metnin içinde kendimi –ve yolumu– bulduğum oluyor.

//php print_r ($fields); ?>
Kime benzer küçük İskender? Sokaklarda ağzının içerisinden gün görmemiş sunturlu küfürlerle dolaşan bir kenar mahalle dilberine bazen, bazen bir mahallenin orta yerinde öylece durmuş bütün olanı biteni seyreden dalları yemyeşil, içi ağır ağır çürüyen bir çınara, bazen o köşeyi dönünce ortaya çıkan bakkalın ufacık çırağına...

//php print_r ($fields); ?>
Anna Kavan, ilk romanını 1929, son romanını 1967 yılında yazmıştı; ancak Türkçeye ilk kez, son romanı Buz’la, 1993 yılında çevrilebildi. Kafkaesk bir atmosferde geçen distopik hikayesiyle Buz’u okuduğumda, Anna Kavan’la bu denli geç tanışmanın büyük bir kayıp olduğunu düşünmüştüm.

//php print_r ($fields); ?>
Bazen her şey gün gibi ortadadır, alman gereken kararlar, atman gereken adımlar, orada dimdik karşında duruyordur, kaleciyle aranda bir tek top vardır, vursan kesin goldür ama sen durursun. Bazen aylarca, bazen yıllarca, bazen bir ömür. Topa basmak resmen varoluş biçimin olur. Beklersin. Bir şeyi. Gökten yere bir şeyin düşmesini. Seni omuzlarından tutup sarsmasını.
