Arşivi

// En çok okunanlar
//php print_r ($fields); ?>
600 sayfayı aşan bir çalışmadır “Ben Buradayım”. Yıldız Ecevit yaşamı ve yapıtlarıyla anlatır Oğuz Atay’ı uzun uzun, ince ince… Hem eserlerini eleştirir hem yazarın esinlerini, yapıtlarıyla yaşamının örtüştüğü o ilgi çekici noktaları işaret eder. Çalışmada tekrar tekrar dönüp okuduğum iki bölüm vardır.

//php print_r ($fields); ?>
Dünyanın en çok satan yazarlarından Paulo Coelho’nun korsan kitaba destek veren açıklamasının haberini okuduğumda aklıma Sabit Fikir’in bu ayki dosya konusu geldi hemen.

//php print_r ($fields); ?>
Herkesin bir hikayesi vardır derler ya, doğrudur çünkü zaten dünya üzerinde sadece tek bir hikaye vardır: Yaşamın hikayesi. Bu tek ve biricik hikayenin tuhaf bir şekilde kişiye özel olmasının yegane sebebi ise, hakkını vermekle ilgilidir elbette. Kim hikayesinin güzel, büyüleyici, nefes kesici, sürükleyici olmasını istemez ki.

//php print_r ($fields); ?>
Yaz ilerlemeye başladı iyiden iyiye, hal böyle olunca adettendir başıboş yaz okumaları yapmak da, önermek de… Evdeki kütüphane, bir sahaf olsa, orada öylece duran kitapların yeri anlam kazanır. Rüzgar esse serin ya da odada bir yerde bir pervane, sayfalar aralanır esintinin etkisiyle kendiliksizce… Yaz, kitaplara, okumalara kalır…

//php print_r ($fields); ?>
“Mutlu gündüzlerin güzel düşleri tarafından desteklenmese, beslenmese, şiirleştirilmese nice olurdu gecenin o büyük düşleri?” Zengin bir hayali, istikrarlı bir düşünceye ‘indirgeyen'den, istikrarlı bir düşünce çerçevesinde yorumlayandan şair olur mu? Ya, gecenin büyük düşlerine kapılıp da gündüz düşleri kurmaktan korkanlardan? Olmaz diyor Bachelard.

//php print_r ($fields); ?>
Uzun zamandır aklımdan hiç çıkmayan bir tamlama: Cehalet felaketi. Gezi direnişiyle ilgili yazılan bir rep şarkısının içinde geçiyor. “Bu yaşadığımız cehalet felaketi…” Yapıştı dilime çıkmıyor.

//php print_r ($fields); ?>
İçeriği ne kadar edebi olursa olsun, kendisine bir değer biçilip piyasaya sürüldüğü anda artık bir metadır kitap. Okur ise alıcı.

//php print_r ($fields); ?>
“Tarih, zannedildiği gibi masum bir malumat küpünden ibaret değildir. İçinden niyetlerimiz geçer, arzularımız, hayallerimiz, hayal kırıklıklarımız ve hınçlarımız geçer. Hasım cepheye yollanacak en müsait ‘bomba’lar tarih cenahında depolanır. Tarih üzerinden kendi cephemize de, karşı tarafa da yollanan mesajlar, ideoloji postanelerinin soğuk damgalarını taşır.”

//php print_r ($fields); ?>
İlk önce aklıma Sait Faik geldi nedense. Oysa o yaşamı boyunca edebiyat çevreleri içinde dışlanmayı, beğenilmemeyi, ötelenmeyi zarif ve iç burkan bir şekilde kabul etmiş gibiydi. Beğenmezler beni, hem belki de haklılar, deyip geçerdi. Peki bunun neresi direnmekti? Sait Faik, yazmaya hep devam etmişti.

//php print_r ($fields); ?>
İki Garip şairin hikayesini anlatıyordu Kelebeğin Rüyası; Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur'un yaşam hikayesini. Hiç unutamadığım bir sahne; bir hastane koğuşunda, Muzaffer Tayyip Uslu amansız hastalığıyla baş etmeye çalışırken yanında öğretmeni Behçet Necatigil bekler ve Rüştü Onur gelir heyecanla. Elinde bir kitap vardır. Öyle bir kitap ki, Muzaffer'i ayağa kaldıracaktır.










