Şahane Bir Kitap Arşivi

Şahane Bir Kitap
Edebiyatımızda pek sık görülen bir şey değildir kadın kahramanların hikayeleri. Özellikle son dönem genç edebiyatımızda bile yine eril bakış açısının, erkek yazarların, erkek kahramanların görece hakimiyeti düşünülürse… Ondandır ki, derin bir soluk alarak başlıyorum Figen Şakacı’nın Pala Hayriye’sine. Bir büyüme, olgunlaşma hikayesiyle baş başayız.

Bilmem ki siz de benim gibi, geçirdiğimiz dünün ardından dişil bir dünya bilgisinin eksikliğini iliklerinize kadar hissediyor musunuz? Çıkış yolunun siyasi- toplumsal erkle, güçle, kâr- zarar hesaplarıyla, kılıçla, asayla açılmayacağını bir kez bir kez daha hüzünle fark ediyor musunuz?

"Her kitabın kendi kaderi vardır." Türk edebiyatının büyük yazarlarından birinden işittiğim bu sözü zaman zaman hatırlarım. Doğru söze ne denir? Kimi zaman çeviri kitaplar için bile böyle olabildiğini düşünürüm. İşte Silo da bana bu kaderi düşündüren kitaplardan biri.

Derin bir adaletsizlik duygusunun harekete geçirdiği, o adaletsizlik duygusundan kurtulmak isteyen kadınlar…
Radikal, aşırı, konformizm karşıtı, özgür düşünen kadınlar…
Kuralların var olduğunu bilen ve o kuralların dışında yaşamayı seçmiş kadınlar…
Sadece sıradışı olan, sadece var olan isyankar kadınlar…

Daha önce de söylemiştim, Uzun Harmanlarda Bir Davetiz Misafir'i okuduğum günden beri Türk edebiyatında beni en çok şaşırtan yazarlardan biri olageldi Sezgin Kaymaz.

Nurdan Gürbilek, Yer Değiştiren Gölge'de Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, geçmiş zamanın kendisinden çok yokluğunun önemi üzerinde durduğunu söyler. Tanpınar’da geçmiş, aradıklarımızı yerlerinde bulamadığımız için çeken bir şeydir bizi.

“Bu ev muamma ve güzellik dolu… Loş sofalara, alçak tavanlı geniş salonlara, sonra bu sofaları ve salonları dolduran eski yeni, büyük küçük bütün eşyaya sinmiş garip bir efsun var. Öyle bir şey ki asabı, mefkureyi, muhayyileyi sarhoş ediyor. Tatlı bir uyuşukluk içindeyim.”

Hangimiz bilmiyoruz ki aslında hayatın ah’la başlayıp ah’la biten bir şey olduğunu. Ama varoluşun, neşeyi ümitle bekleyen o kederden ibaret sancının, onun bizi an be an yoklayan soğuk elini unutarak, unutmaya çalışarak yaşamaktan başka bir çaremiz olmadığını da biliyoruz.

Kara Kitap’ın temel izleklerinden biridir “sır”. Hikaye boyunca kahramanımızla, Galip’le birlikte bir sırrın peşinde koşar, başka pek çok sırlara işaret eden şehrin, toplumsal kodların ve var oluşun çelişkilerinin etrafında döner, nihayetinde de hiçbir sırrın tam olarak açık edilmediği bir durumda kalakalırız.

Farkındaysanız son zamanlarda muhalif söylem içinde bize adeta hediye edilmiş gibi duran bir kavram var: Queer. Toplumsal cinsiyet ve kimlik politikalarının hem tam ortasında duran hem de ikisinin birden dışına çıkmayı öneren bu kavram, yine bilindiği üzere ne olduğuyla değil, neye, nelere karşı olduğuyla ilgili olarak kendini ortaya koymakta.
