Ve nihayet TÜYAP’ın Edirne kitap fuarı bitti sayın okurlar. Kadıköy’den Beylikdüzü seyahatine çıkmadan önce eş dostla vedalaştım, geride kalan arkadaş ve akrabalarımın adres-telefon bilgilerini güncelledim. Yanıma azık aldım, yolda okurum diye birkaç hafif kitap attım çantama. Misal, Fatih Özgüven abimizin Metis Yayınları tarafından basılan yeni öykü kitabı Hep Yazmak İsteyenlerin Hikayeleri… Gerçekten çok hafif bir kitap bu, sevgili okurlar. İnanın varlığıyla yokluğu bir. Neyse. Yolda, otobüsümüz bazı köylerde mola verdi. Fuarda peynir, marul ve ekmekten mürekkep tatsız, bir o kadar da yetersiz sandviçlere on lira bayılacağıma köylülerden tarla domatesi alırım dedim. Teyze sağ olsun para almadı, tabii bakkalda taze ekmek de buldum. Oh, değme keyfime.
YOK BÖYLE GÜZEL HAVA
Beylikdüzü’ne vardığımda hava müthişti. Yağmur yağmıyordu. Güneş alnımızı ısıtıyor ve gönüllerimizi fethediyordu. İnsanın şiir yazası geliyordu sayın okurlar. Fakat sonra nedense tüm şairlerin böyle havaları sevdiği geldi aklıma. Hani Orhan Veli’nin de dediği gibi, bu güzel havalar nedense hepsini mahvediyordu. Bunu düşününce biraz canım sıkılmadı değil. Neyse, Allahtan şair değilim, şansa bak, diye düşünerek çıkarıp bir cıgara yaktım. Okurlar heyecan içinde içeri giriyor, annelerle öğretmenler yarının büyüklerinin ellerinden tutmuş bırakmıyorlardı. Çocuklarının ve öğrencilerinin iyi birer okur olmasını istemeleri ne kadar hoştu sayın okurlar. Şüphesiz hepsi “aman yeter ki okusunlar da ne okurlarsa okusunlar” diye düşünüyorlardı. Fakat açık söyleyeyim, ben böyle düşünmüyorum. Nitekim hepimizin bir çift gözü var efendim, yazık değil mi? Size hiçbir şey öğretmeyecek, hiçbir tat vermeyecek kitabı ne diye okuyacaksınız yani? Alın size bir veciz laf edeyim: Kötü kitap uyuşturucu gibidir efendim, bir kere aldınız mı artık hep aynısından istersiniz.
Evet, bu düşünceler içinde giriş kapısına gittim, öğretmen kimliğimi göstererek Edirne fuar alanına dahil oldum…
ASLINDA HİÇ DEĞİŞMİYOR
Hemen belirteyim sayın okurlar, fuar bu yıl, özellikle açılış gününde her zamankinden daha canlıydı. Yayınevleri iyi hazırlanmış, okurlar yıl içinde bir kenara koyduğu bütçeleriyle gelmişlerdi. Yüzler gülüyordu yani. Ben de halimden memnun, fuarı baştan aşağı şöyle bir dolaştım. Gözden kaçırdığım kimi kitapları inceledim. Sevdiğim yazarların yeni kitaplarını aldım. Bir ara kalabalıktan bunalınca çıkıp birkaç etkinliğe katılayım dedim. Ve üst kata çıkarak etkinlik duyurularını gözden geçirdim.
NEDİR BAKALIM ŞU E-KİTAP
Bu e-kitap yaygarası dikkatimi çekip durduğu için Doğan Hızlan salonunda yapılan e-kitap etkinliğini dinleyeyim dedim sayın okurlar. Hani konuya Fransız kalmayıp bilgi sahiplerinden yararlanayım, ufkum genişlesin, diye düşündüm. E Konuşmacılar da birbirinden ilginç: Barış Çağan, Can Yayınları patronu genç arkadaşımız Can Öz ve yazar Faruk Duman Bey. Barış Çağan adını daha önce duymamış olmakla hayıflandım. Aman efendim adam dijital devrimler konusunda bir derya. Öyle bir sunum hazırlamış ki parmaklarını yersin. Meğer neler oluyormuş dünyada. Misal, maus alıcılarını parmak uçlarına yerleştirerek klavyesiz yazıyorsun. Yani havayı parmaklıyor, elinle fotoğraf çekiyor, gökyüzünde film izliyorsun. Olacak şey değil. Bana kalırsa bilim-kurgu yazarları havanda su dövmüşler efendim. Neyse azizim, bizden sonraki kuşaklar vallahi ellerini sıcak sudan soğuk suya sokmayacaklar. Ne diyelim, Allah huzurlarını eksik etmesin.
Barış Bey’den alabildiğine faydalandıktan sonra Can Öz Beyefendi’nin verdiği haberler doğrusu biraz tat kaçırır cinstendi sevgili okurlar. Meğer Amerika’da millet bu dijital medya meselesinden birbirine girmiş. İnternet işine güvenip yatırım yapan şirketler patır patır dökülmüş. Can Bey bu e-kitap olayı gelişince Can Yayınları’nın da tarihe karışabileceğini söyledi iyi mi! Artık kendisi buna gerçekten inanıyor mu, bilemem. Ha inanıyorsa ne diye ikide bir sağda solda e-kitap panellerine koşuyor, bunu da bilemem. Zira sahibi olduğu yayınevinin bu e-kitap işinde İdeefix’e nasıl destek olduğu da gözümüzden kaçmış değil.
Gelelim Faruk Duman Beyefendi’nin konuşmasına. Faruk Bey bildiğiniz gibi özellikle herkesin okuduğu, ama kimsenin anlamadığı öyküleriyle meşhur oldu. Ben yıllar önce yine böyle kekelediği (öyküleri gibi, sayın okurlar, kendisi alınmasın, benzetme yapıyorum) bir konuşmasını dinlemiştim. Vallahi, ne anlatacağını bilse konuşacak ama… Ben bu e-kitap işini istemem, bana ne, şeklinde özetlenebilecek (ne özeti hatta, tüm konuşma bu kadardı neredeyse) bir konuşma yaptı. Arada Barış Bey’in bazı sözlerine kinayeli yaklaşmayı da ihmal etmedi.
Neyse efendim, ben bu eziyet paneli biter bitmez kalkıp yeniden aşağıya indim ve yeniden kalabalığa karıştım. Kısaca fuar bu sene fena değil. Hani seneye yolunuz Edirne’ye düşerse mutlaka uğrayın derim. Hamiş: Beylikdüzü’nün domatesleri lezzetli oluyormuş efendim.
Yeni yorum gönder