Bana kalırsa Nobel bizim aydın çevrelerimizi darmadağın etmiştir sayın okurlar. Orhan Pamuk’a biat edenler de, Orhan Pamuk’u sevmeyenler de çuvallamışlardır. Hazırlıksız yakalanmışlardır düpedüz. Hem de ne yakalanma... Ben önce hemen “bir milyon Ermeni ve kırk bin Kürt” meselesinde şahsi kanaatimi söyleyeyim izin verirseniz: Dünyada bunca tanınan, bunca okunan bir yazar elbette görüşlerini açıklayacaktır. Kaçışı yoktur bunun, vallahi her şeyi söyletirler insana. Pamuk, politik görüşlerini açıklamıştır. Katılır ya da katılmazsınız, bu sizin bileceğiniz bir şey. Fakat rakamları -mazur görülsün- “yuvarlamak” neyin nesidir? Dahası, ortada açılmamış, açıklanmamış bunca belge, bilgi varken, tarihçiler hâlâ doğru dürüst olayı, olayları tartışamamışken ortaya çıkıp bunca net ve bunca iri rakam söyleyivermek? Bana kalırsa, akıl alır bir şey değildir.
Bakın, edebiyatçının bir görüşe bağlı olması başka bir şeydir. Ama politik konularda öne çıkmak için biraz “fazlası” gerekir. Bu, yazardan aldığımız “felsefe” kokusudur ki bazısı ne yazık ki kötü kokar.
Mesela buyurun: Tarihî, büyük bir olay, öyle olması gerektiği için öyle olmuştur... Bu görüş, Tolstoy’a aittir. Savaş ve Barış adlı eserin savlarından biri budur. Tolstoy’un gerçekten büyük yazarlığı bir yana... Bu görüş romandan ayrı, bir başına söylendiğinde sizce de biraz garip durmuyor mu? Vallahi bence biraz garip. Bu soy yazarlar ne de olsa müthiş bir edebiyat ve felsefe mirasının üstüne doğmuşlardır. Kendilerinden önceki onca birikime ne olmuştur?
Söylemek istediğim şu: Bu büyük roman, savından, savunduğu felsefeden daha mı büyüktür? Bu nasıl oluyor? Kuşkusuz bir gariplik var. Bence gariplik, onca iyi, tutarlı görüşün başka soy düşüncelerle bir arada, bir yığın haline getirilmesinde yatıyor. Mesela barışçıl söylem, bir süre sonra “kutsal” bir nutka dönüşebiliyor.
Bu da bana kalırsa çağımızın edebiyata bakışının epey değiştiğini gösteriyor.
Şimdi gelelim Orhan Pamuk’a. Yazarımızın kel yazarları sevmemesi de, tarihimize olan yuvarlak merakı da bizi ilgilendirmiyor. Neticede ortada romanlar kalacaktır, değil mi?
ROMAN BİLGİSİ
Pamuk, Batılı romanı iyi biliyor. Amerika’da izlediği seminerlerin bu bilginin sağlanmasındaki katkıları açık. Batılı roman, bireysel kahramanlık öykülerinden yola çıktı, 19. yüzyıl anlayışına gelinceye kadar önemli aşamalar kaydetti. Çoğu Avrupalı edebiyatçı tarafından romanın başlangıcı olarak kabul edilen Don Kişot’un neden bunca etkili olduğunu düşünmek gerekir. Neden Don Kişot modern romanın öncüsü sayılıyor? Bunun pek çok nedeni olabilir. Kurgusu, felsefi derinliği, anlatım biçimi... Bana kalırsa asıl yeniliği “bir şövalye romanı parodisi” olmasındadır. Bu yolla iktidarla alay etmesinde... Çünkü böylece roman kendi içinde kendi türü ve başka örnekleri üzerinde de düşünmeye başlamış oluyor.
Yine de 19. yüzyıl romanları bu ilk örneklerden çok farklı. Bugün kısaca “klasik” dediğimiz romanlar. Bunlar tablolar halinde ilerliyor. Tiyatro sahnesi gibi sahneler izliyoruz okurken. Orhan Pamuk bu uygulamayı tercih ediyor. İsabetli bir tercih. Hiç eskimeyecek bir çatının altına giriyor çünkü.
AMA BU YETMİYOR
Çünkü klasik romanın olmazsa olmazlarından biri de karakter. Okumuşsunuzdur; Masumiyet Müzesi’nin ana karakterleri kaldı mı aklınızda? Ben açık söyleyeyim sevgili okurlar, esas kızın da, esas oğlanın da adı şu an aklımda değil. Adamın kıza hastalık derecesinde âşık olduğunu ve ömür boyu kızla ilgili eşyayı topladığını hatırlıyorum. Fakat bu iki sevgilinin birbirlerini neden bu kadar sevdiklerini anlamış değilim. Adam sen de, sevginin nedeni mi olurmuş demeyin... Sevginin belki elle tutulur bir nedeni olmaz, ama bir romanda güçlü bir şekilde anlatılmış olsa zaten böyle bir soru da akla gelmez. Düşünün bir; altı yüz, yedi yüz sayfalık bir roman yazacaksınız -yani o kadar zamanınız ve yeriniz olacak- ama okurunuzu bu müthiş aşk konusunda ikna edemeyeceksiniz. Aynı şey Rüya için de geçerli (bakın onun adı kalmış aklımda). Hele bir gün bir kitap okuyan ve böylece hayatı değişen çocuk... Bugün Yeni Hayat’ın başlangıç cümlesinden başka nesi kalmıştır?
Fakat bunları ille de eleştiri olsun diye söylemiyorum, sevgili okurlar. Vallahi onun için söylemiyorum. Neticede Orhan Pamuk’un romanları, kurguları bakımından sağlam klasik romanlar temeline oturuyor. Bu nedenle de ilgiyle okunuyor. Bu romanlardaki “edebi hava” gerçekten önemli. Ancak doğuştan yazarların yaratabileceği bir hava. Pamuk’un edebi sezgisi yaratıyor bu havayı.
DENEMELER ÖNDE
Orhan Pamuk, daha önce Öteki Renkler’de, şimdilerde Manzaradan Parçalar’da topladığı denemeleriyle bana kalırsa çok iyi bir iş yaptı. Denemelerinden biri, Yapı Kredi Yayınları arasında bulunan Tristram Shandy’nin önsözünde bulunuyor. Okurlara bu şahane önsözü okumalarını tavsiye ederim. Bir denemeci olarak o çapta bir romanın nasıl çözümleneceği üzerine unutulmaz bir ders bence o yazı. Üstelik Pamuk’un mizahını da gösteren bir örnek.
GELELİM NOBEL SONRASINA
Sonuç olarak Orhan Pamuk bugün Türkiye’de artık değerlendirilemiyor. Üzerinde yapılan çalışmaların yetersiz kaldığı görülüyor. Daha da kötüsü, eleştirilemiyor (yerilemiyor anlamında). Bunda yazarımızın tahammülsüzlüğü de var, çevresinde oluşan politik tartışma ve çekincelerin de. Ne sebepten olursa olsun, böyle bir yazarın tartışılamaması garip.
Başta da söylediğim gibi, aydınlarımız darmadağın olmuş durumda bugün: Daha önce yerden yere vurup da Nobel’i aldığında ona övgüler düzenler... Sırf Ermeni Kürt meselesinden ötürü onu “kötü yazar” belleyenler... Alın size basınımızdan Orhan Pamuk yorumları sevgili okurlarım:
“Türkçesi kötü ama yine de iyi yazar...”
“İyi romancı, kötü yazar...”
“Kötü romancı ama iyi yazar...”
“Anlatımı dışında iyi...”
“Melankoliyi çok iyi anlatıyor...”
“Evinden çıkmıyor...”
“Zengin... O imkânlar kimde olsa...”
Yeni yorum gönder