Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Felsefe

Felsefe

YERYÜZÜ DEMOKRASİSİ: Adalet, Barış ve Sürdürülebilirlik


Şahane
Toplam oy: 550
Vandana Shiva
Bgst Yayınları

“İnsanları doğayı yıkıma uğratarak öldürmek, adaleti, barışı ve yaşamın devamını tehdit eden görünmez bir şiddet biçimidir.”

Son birkaç on yıldır Türkiye’de ve dünyada “özgürlük” lafı olağanın aksine muktedirler tarafından daha çok zikredilir oldu. Değişen neydi ki böyle paradoksal bir durum gerçekleşiyordu? 20. yüzyılın otoriter/totaliter rejimleri mi, Auschwitz mi, Hiroşima ve Nagasaki mi, Vietnam mıydı iktidarların “aklını başına getiren”? Dünyanın çeşitli bölgelerinde süregiden çatışmalar, politik müdahaleler, çiğnenen sözleşmeler göz önüne alınırsa nedenin bu olmadığı anlaşılıyor. Görünen o ki muktedirlerin dilindeki “özgürlük” başka bir içerime sahip.

Bir dönem tekerkçi yönetimlere karşı coşkuyla dillendirilen, Fransız Devrimi’yle tarihin şarkısına dönüşen özgürlüğün yeniden o eski muteber günlerine dönmüş olması şaşırtıcı görünse de olmakta olan çeşitli boyutlarıyla sorgulanınca bu iade-i itibarın ardından oldukça bambaşka bir tablo çıkar. Zira artık özgürlükten anlaşılan kolektif ya da toplumsal bir özgürlük değil, bireyin özgürlüğü. Yine, bireyin kendisinde varolan insansal potansiyelleri gerçekleştirme ve geliştirme özgürlüğü değil, özel mülkiyet edinme özgürlüğü. Özgürlükten bu anlaşılınca gerek insanın tarihsel/toplumsal olarak ürettiği ve paylaştığı tüm değerler, gerek yeryüzünün tür olarak insana ve yeryüzünü onunla birlikte paylaşan tüm canlılara sağladığı olanaklar piyasanın, ticaret özgürlüğünün ve özel mülkiyetin kapsamında ele alınmaya başlanır. Bu duruma karşı çıkanlarsa hayli ironik biçimde demokrasi ve özgürlük düşmanı olarak suçlanır.

Vandana Shiva’nın kitabı bu tür bir sahte demokrasi ve özgürlük anlayışına karşı, tür olarak insanı ve aynı zamanda onun içinde varolduğu doğayı, sürdürülebilirlik temelinde ele alıyor. Piyasa dışı her şeyi piyasalaştıran, canlı varlıkların gelecekleri için esas olan en temel gereksinimleri bile piyasalaştıran, Marx’ın deyişiyle kendi sûretinden bir dünya yaratan kapitalizm bir gelecek vizyonundan yoksun. Yalnızca kendi anlık yeniden üretimine odaklanıyor; yüzünü doğaya, doğanın geleceğine döndüğünde bile bunu salt ticari kaygılarla yapıyor. Kaynakların aşırı tüketimi, ancak yerlerine konabilecek başka kaynaklar bulunamayacağı endişesi ortaya çıktığında sorun oluyor. Üstelik tüm doğanın bekası ve insan da aralarında olmak üzere tüm canlı varlıkların yaşam kalitesini ilgilendiren kararlarında, bu kararların nesnesi, sıklıkla da mağduru olanların hiçbir söz hakkı yok.

Yeryüzü Demokrasisi bu bakımdan ikili bir işlev görüyor. Bir yandan sorunu gözler önüne sürüyor. Su kaynaklarımız, biyoçeşitliliğimiz, ormanlarımız birer ticari mübadele nesnesi olarak görülemez; “mülkiyet özgürlüğü” çerçevesinde ele alınamaz.  Doğanın canlılara ve insana varolmaları aracılığıyla bahşettiği değer, insanlık tarihinin bugün her ne kadar baskın olsa da rastlantısal ve sonuçları bakımından hayli tehlikeli ürünü mülkiyetten çok daha önemlidir. Doğada mülkiyet yoktur. Tüm canlıların bu dünyada yaşıyor olmaları bakımından sahip oldukları doğal hakkın önüne geçen mülkiyet hırsı doğa açısından ölümcüldür ve kendilerini taşıyan organizmanın sonunu getirirken kendi sonlarını da hazırlayan hastalıklarını kaderini paylaşmaktadır. Shiva’nın temel tezi gerek antik uzak doğu felsefelerinde sıkça rastlanılan bir doğa ve insan tasarımından izler taşıyor. İnsan doğanın bir parçasıdır ve yine “doğa insana değil, insan doğaya” aittir. Bu yeterince anlaşılmadığı sürece insanın doğa üzerindeki tahakkümü, doğanın sürdürülebilirliğin sınırında, insanı da beraberine alarak ortadan kalkacak.

Kitabın ikinci işlevi ise sorunu ortaya koymanın ötesinde bir çağrı niteliği taşıması. Adil ve barışçıl bir sürdürülebilir dünya manisfestosu.

İnsanın yerine şirketlerin özne olarak öne çıktığı şirket küreselleşmesi çağı, tüm dünyada aynı etkiyi yaratıyor: mülksüzleştirme ve geleceksizleştirme. Bunu bir yandan halihazırda piyasalaşmış alanları ulusaşırı şirketlerin tekelinde toplayarak yapıyor, bir yandan da kapitalizmin ilkel sermaye birikiminin temel araçlarından biri olan çitleme/çevirme etkinliğini insanlığın ve doğanın ortak mülkü olarak görülen değerlere yönelterek yapıyor. Dünyada her sekiz kişinden birinin  ulaşamadığı temiz içme suyu kaynakları özelleştiriliyor. Biyoçeşitliliğimiz fikri mülkiyet hakları sayesinde patentleniyor ve ticarileştiriliyor. Ormanlar kereste imalatı, tarım alanı açmak ya da yerleşim birimi yapmak üzere tahrip ediliyor. Şirketler ve kapitalizm kendi yeniden üretimlerini bir süre için güvenceye alırken, doğanın sürdürülebilirliğini, insanın geleceğini  kendi “hakları” temelinde tehlikeye atıyor. Shiva piyasa ekonomisinin bir çekirge ekonomisi olduğunu gözler önünse seriyor. Ancak çekirgelerin tahribatını doğa bir biçimde telafi ederken, şirketlerin yarattığı tahribat, geriye telafi edecek bir doğa bırakmıyor.

Kapitalizmin sahte demokrasi anlayışına Shiva, yeryüzü demokrasisi hareketlerinin imkanını ve varlığını göstererek karşı çıkıyor. Yeryüzü demokrasisinin ilkeleri, temellendirmelerini Shiva’ya bırakmak koşuluyla şöyle özetlenebilir:Tüm canlı türlerinin, tüm halkların ve kültürlerin kendilerine özgü bir değeri vardır. Doğadaki çeşitlilik ve kültürel çeşitlik korunmalıdır. Tüm canlıların ve kültürlerin kendi varlığını sürdürme hakkı vardır. Yeryüzü demokrasisi şirket küreselleşmesinin karşısına yaşayan demokrasileri ve ekonomik demokrasiyi koyar. İnsan ve diğer calıların bütünlüğünü imleyen yeryüzü topluğunda küreselleşmesi gereken şey metalar değil, adalet, barış ve şefkattir.

Sürdürülebilir bir dünyanın üzerinde yükselebileceği üç şey vardır: Yaşayan ekonomiler, yaşayan demokrasiler ve yaşayan kültürler. Yaşayan ekonomiler piyasalaşmayı değil yerelliği öne çıkarır. Doğayı işlerken, doğanın kendi ekonomisini ve geleceğini de dikkate alır. Yaşayan demokrasiler yaşamı korumak, barışı savunmak ve adaleti güçlendirmek için insana özgü sorumluluklarımızı yerine getirdiğimiz, haklarımızı dillendirdiğimiz, seslerini duyuramayanların sesi olduğumuz demokrasilerdir. Yaşayan kültürler ise tüm canlılarla ve doğayla bağlarımızı kucaklarken, kültürel pratiklerimizi, değerlerimizi ve inançlarımızı gerçekleştirdiğimiz uzaylardır.

Bunlar hayali kurgulamalar değil; Shiva yeryüzü demokrasisi hareketlerine, yaşayan ekonomilere ve kültürlere örnekler veriyor. Yüzlerce yıllık ormanlarını şirketlerin elinden ağaçlara sarılarak kurtaran chipko kadın hareketi; biyoçeşitliliğe dayalı organik çiftçilik yapan Navdanya çiftçileri, ortak mülkiyet temelinde örgütlenen ve kazanç yerine rızkı hedef alan Lijjat Papad bunlardan bazıları. Dolayısıyla belki bir yeryüzü cenneti değil ama bir yeryüzü demokrasisi mümkün ve Shiva kapitalizmin çatlakları arasında filizlenmekte olan umudun bir eskizini çiziyor. BGST Yayınlarından çıkan kitap bizi üzgün olmanın ve öfkeli olmanın yetmediği, bir şeyler yapılmaz ise çok geç kalınacağı hakkında uyarıyor.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Felsefe Yazıları

“Ve bugüne kadar istisnasız bütün devletlerin... nihai amacı olan ebedi barış, kötü savaşları bitirmemizi ve kendisine ulaşmak için en uygun görünen (belki de bütün devletlerin tek tek ve tümden cumhuriyetleşmesini sağlayan) bir anayasa kurmamızı talep eder.

“Girit’e kaçmak, Girit’te yaşamak, Atina’da ölmenin alternatifiydi. Fakat Sokrates Atina’da ölmeyi seçti. Sokrates, Girit’e felsefeyi sokmak uğruna yaşamını korumaktan ziyade, Atina’da felsefeyi korumak uğruna yaşamını feda etmeyi tercih eder. Eğer Atina’da felsefenin geleceğine ilişkin tehlike o kadar büyük olmasaydı, Sokrates, belki de Girit’e kaçmayı seçerdi.

“Sanat eleştirisi öğretmekle geçirdiğim uzun yıllar beni şuna ikna etti ki, bir imgeyi değerlendirmenin en iyi yollarından biri onu gözlemlemek ve üzerine düşünüp konuşmaktır. Sanat eleştirisi bunu gerektirir ve bu kitabın derdi de bu.

“Fotoğraf felsefesinin amacı, insan ve aygıt arasındaki mücadeleyi fotoğraf alanında ortaya çıkararak, sözkonusu karşılığa olası bir çözüm aramaktır”

“... nesnelerin beni (özgür bir varlığı) nasıl etkilediği asla anlaşılır şey değildir. Ben yalnızca nesnelerin nesneleri nasıl etkilediğini kavrarım. Ama ben özgür olduğuma göre (ve ben, kendimi nesnelerin bağıntısı üzerine çıkarıp, bu bağıntının kendisinin nasıl olanaklı olmuş olduğunu sormak suretiyle olanım), ben asla hiçbir şey, hiçbir nesne değilim.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.