Aksak Ritim, yoksulluk, cinsellik ve şiddetle dolu pek alışılmadık bir aşk hikâyesi. İstanbul’un kenarda köşede kalmışları olan çiçekçi Güldane ve Şoför Halil’in ağır aksak ritimlerde yaşadığı tanımsız ve karmaşık aşkın sokak aralarında, kaldırımlarda ve arka mahallelerde geçen çöp ve egzos kokulu bir masalını anlatıyor.
İki elinde birer mavi naylon torba, bahçe kapısından içeri süzülüp, iki paket süt, pirinç, makarna ve üç paket Samsun sigarasından oluşan nevaleyi boşalttıktan sonra, torbayı başına geçiriverip, her nefeste varlığın da yokluğun da ayrı ayrı tadına varan Güldane 15 yıllık hayatının bir kısa filmini izledi: Annesinin iri memeleri, babasının sigara kokan nefesi , yırtık entarisinden görülen ayvatüyü bacakları, bazen entarisinin beline bağladığı yemenisinin pulları, sobanın maşası, kardeşinin darbukaya vuran parmakları, kurbağalar, derenin çamuruna bulaşmış lastik pabuçlar,hiç görmediği rüyalar… Sonra uzaktan gelen aksak ritmi duydu, ayağa kalktı göbeğe durdu. Bir süreliğine kendinden geçse de, annesinin bağırışları, diğer kadınların mırıltılarını arkasında bırakıp kendisini çöp tenekesine attı. Çürük meyve, ekşimiş yemek artığı ve paslı teneke kokuları arasında hayaller kurdu.
Güldane’nin, onu sarıp sarmalayan dünyaya rızası tamdı. Sorgulamamış, isyan etmemişti. Duyuları ve aklı hız kesmeden çalışıyor, dünyayı, kendini, hayatın ona sunduğu ne varsa sömürüyordu. Hayat henüz “gerçeklik” mertebesine ulaşmamıştı. Bazı geceler Yunus’la birlikte gösteri düzenliyorlardı. Banyo perdesini aralayıp mahallenin gençlerine vücudunu sergilerken, arzuyla tanışıyor arzunun kendisini arzuluyordu. Güldane’nin onu sarıp sarmalayan dünyaya rızası tamdı. Bu yüzden de çok garip karşılamadı, böyle gecelerden birinde babasının işkillenip mahallenin gençlerinden birini bıçaklayıp hapse düşmesini… Kimse karşılamadı. Güldane, elinde çiçeklerle İstanbul ormanının, etrafında beton binalar filizlenen devasa patikalarından birinde yerini aldı. Işıklarda çiçek satmak sanki doğasıymışçasına esnedi, kıvraklaştı. Ama hala yabandı. Kurak, hoyrat bahçelerde yetişmenin mecburiyetinden.
Onunla eğlenip gururunu kıran adamın gözüne yerden aldığı çimento tozunu fırlatıp, tam bir yabana yakışır şekilde zorunlu hamleyi yaptı. Adam jipiyle hem bir alışveriş merkezi inşaatının çukuruna hem de karanlığa daldı. Hastanede, ne kadar olduğu belirsiz bir süre sonra geçmişsiz bir adam olarak uyandı. Adamın adı Halil Mavioğlu, bir işadamının şoförü. Kaza.
Güldane’nin verdiği ceza, o haklılık mertebesine hiç ulaşamamış insanların duyduğu, kendilerini zulmederken gördüklerinde duydukları şaşkınlığı, dehşeti ve korkuyu saldı içine... En çok da korkuyu. Adamın ise zihnindeki düğümü çözmesi gerekiyor. Önce bir kazanın nasıl olduğunu hatırlasa. Zihni ona oyunlar oynuyor. Annesinin hayali, hep suçlayıcı, hep küçük düşürücü. Ondan kurtulabilse. İyileşip taksi şoförlüğü yapmaya başladığında, buldu Güldane’yi. Fırlattı onu Galata Köprüsü’nden suya. Ceza.
Güldane ölmedi. Cezası bu değildi. Sırayla kurbanın cellat celladın kurban olması gibi. Belki de ortada böylesi bir düzen yoktu. Köksüz ruhları hem şiddetle hem de şefkatle birbirine bağlanıyordu. Güldane, korkusuzdu, cüretkârdı, gururluydu. Ama, borç hanesinde biraz daha acı yazıyordu. Hayat acaba gerçeklik mertebesine ulaşıyor muydu? Cevabı hikâyede…Kesin olan, aşkın, ufkunda üzerinde inşaat filizleri yükselen evlerin delik deşik çatılarından içeri sızdığı. Sıfatı yoktu, yabandı ve şehrin içindeki en en kuytu köşelerde ya da sokağın köşesini dönmek kadar bir uzaklıkta kendisini büyütüyordu. Genel geçer kuralların hükmünün geçmediği coğrafyalarda bütün aksak ritimlere ayak uydurmak zorunludur. O aksayan ritimleri bir kez daha dinleyin…
Gökçe Mine Olgun
