Bu dil meselesi ile ilgili pek çok derdi bulunur Nadir arkadaşımızın, sevgili okur kardeşlerim. Her yerde Türkçenin pek bir zayıf noktalarını yakalayıp yakalayıp bana getirir; al bakalım buna ne diyeceksin, diyerek burnuma dayar. Geçtiğimiz hafta bildiğiniz gibi havalar Cuma gününe kadar iyi gitti de, biz yine açıkhavada oturup azıcık sohbet ve istişare imkânı bulduk. Efendim, ben önceki günlerde bildiğiniz gibi çevirmen arkadaşımız Şükran’a rastlamış, kucağındaki mantarları tereyağıyla pişirmesini salık vermiştim. İşte geçen haftaki söyleşimizden sonra Nadir Efendi de Şükran’a rastlamış ve çevirmen kardeşimiz, dilimizin salaklıkları hakkında 80 kilogram ağırlığında laflar etmiş. Buyurun bakalım. Aldı Nadir, söyledi, bakalım ne söyledi:
“Ağabeyciğim, öncelikle Şükran’ın sana selamı var. Mantarlar tereyağında pek leziz olmuş ve o da afiyetle yemiş. Ayaküstü çeviri meseleleriyle ilgili konuştuk, yine birbirinde zekice laflar ederek beni benden aldı ki sorma. Bak, herhalde bu konuda da kıllık yapmayıp kadıncağıza hak vereceksin. Diyor ki, elin adamı 120 bin kelimeyle konuşuyor, biz 30 bin.”
“Saymış mı ulan?”
“Abi saymaya ne hacet, rakamları bilmeyen mi var. Doğal olarak adamlar her şeyi daha bir güzel ve açık seçik ifade ediyorlar. Bak mesela biz onların romanlarını çevirirken bin türlü zorluk yaşıyoruz. Berbat, yetersiz, kısır bir dil bu Türkçe.”
“Valla Nadir bu meseleden gına geldiği için sana kestirmeden bir öneride bulunacağım.”
“Buyur abi.”
“Kardeşim, madem öyle, hemen kamuoyu oluşturularak resmi dilin İngilizce olması için hükümete baskı yapılsın. Siz de kurtulun, biz de.”
“Ağabeycim ne ilgisi var şimdi, hemen celallenme.”
“Ben sana tekrar edeyim öyleyse Nadir kişi: Bir dilin zenginliği kelime sayısına bakılarak belirlenmez. Dil, toplumun kültürüne, ihtiyaçlarına göre oluşup zenginleşir. Mesela dilde zenginlik dediğimiz nedir? Yazınsal zenginlikten söz ediliyorsa, gün yüzü görmemiş bir kabilenin dili İngilizceden zengin olabilir mesela. Türkçe bu bakımdan müziğe, edebiyata açık, duru, ölçümlü, şahane bir dildir. Çok eski bir şiir geleneğine sahiptir. Modern romanda çok kısa zamanda müthiş yol almıştır. Öyküde de öyle.”
“İyi de, kişisel yetenekleri ayrı tutmak lazım değil mi?”
“Niye ayrı tutacakmışım? Kişi kendi çevresinde, ailesinde konuşulan dille edebiyat yapmıyor mu?”
“Bir de tabii şu var ki, dünyada artık İngilizceye toptan bir yönelim var, inkâr edemezsin. Dünya dili artık bu.”
“Dur sana başka yoldan örnek vereyim Nadirciğim.”
“Ver ağabeyciğim.”
“Geçenlerde genç bir kardeşim aradı. Abi bir roman yazdım, ne olursun bunu oku, dedi. Okudum. Roman tabii berbat. Fakat çocuk ille benden bir görüş bekliyor. Gel ulan, dedim, aldım bunu karşıma. Eleştirilerimi bir bir sıraladım. Baktım beberuhinin her eleştiriye bir yanıtı var, maşallah dil pabuç gibi. Yahu sen benden ne istiyorsun, dedim. Abi bu roman satar mı satmaz mı sen onu söyle, dedi. Meğer sıkı İngilizce bilirmiş ve oturup romanını kendi kendine İngilizceye çevirmiş. Niye, dedim. Abi orada daha çok okunur, zaten İngilizce dünya dili, dedi. Ulan, dedim, Hindistan ne güne duruyor. Yakında dünya tümden Hindistan olacak, sen acilen Hintçe öğren, hatta direkt Hintçe yaz, koy bir kenara. Abi haklısın galiba, dedi.”
“Cemalciğim fena değil, hatta haklı da olabilirsin de, mesele şu ki Hintistan’ın parası yok. İngilizce, Hintçeyi parasıyla döver.”
“Ben de seni sopayla döverim ulan şimdi.”
Yeni yorum gönder