Geçen hafta başarılı ve ödüllü yazarımız Sibel K. Türker’in son romanı Benim Bütün Günahlarım’ı okudum sevgili okurlar. Hemen söyleyeyim, yaşadığımız günlere denk düşen “kafası karışmış” ve bunalımda gençliğimizi anlamaya, anlatmaya çalışan başarılı bir roman, Benim Bütün Günahlarım. Toros’un çırpınışını okurken insanı sıkıntı basıyor. Türker’in yaratmaya çalıştığı etki de bu olsa gerek. Tabii dün akşam yine bu kitabı Nadir arkadaşımıza önerdim. Nadir önce zamansızlıktan yakındı, ama kitabın iki küçük kusurunu dinleyince metni bir de kendisi görmek istedi.
“Nadirciğim, Türker, pekâlâ güzel bir roman sayılabilecek Benim Bütün Günahlarım’ı ‘Sorum’ diye adlandırdığı hayali karakterle yaralıyor. Bu Sorum, romanımızın kahramanı Toros’un ‘problemi’. Yani onun kafasını karıştıran, ona yön vermeye çalışan ‘sorun’un bir karaktere dönüşmüş hali. Bu durumda soruyoruz, bir okur olarak: Toros’un ruh hali ortada, ‘Sorum’ hiç olmasa romanımız ne kaybeder? Hiç. Edebiyatın, benim bildiğim, ‘asıl mesele’yi ortaya koyarken bu tür bayağı kişileştirmelerden kaçınması gerekiyor. Bu durum bir yönüyle bana Kafka’yı hatırlattı.”
“Amma yaptın Cemalciğim, fakat dur, merak ettim, sonu nasıl gelecek?”
“Şöyle: Dönüşüm’de, Gregor Samsa’nın bir böceğe dönüşümünün öyküsünü anlatıyor Kafka. Bu, o dönemin evrensel sorunuyla (sonu belirsiz sanayi dönüşümü) ilgili güçlü bir imge oluyor. Fakat Kafka, öyküsüyle ilgili olarak böceğin öne çıkarılmasını ve açıklanmasını istemiyor. Hele kapak resmi ya da metin deseni olarak böceğin gösterilmesine karşı çıkıyor.”
“Evet?”
“Bunun nedeni, imgenin açıklanması ve işaret edilmesinin sakıncası. Nobakov bir metninde ‘hamamböceği’ olarak açıkladığı böceğin desenlerini bile çizmiş. (Kendi tasarrufu). Toros’un sorununu bir yazar olarak kendi ifadelerinizle anlatacaksınız. Açıkça ‘Sorum’ diye nitelediğiniz bir roman kişisi ile değil. Çünkü bu durumda okuru metni ‘daha kolay anlaması’ için yönlendirmiş, böylece ona müdahale etmiş oluyorsunuz. Okurunuza güvenmiyorsunuz.”
“Haklı görünüyorsun abi, öbür kusura geçelim öyleyse.”
“Bu daha önemsiz, ama yine de dikkat çekici. Türker’in metinlerinin işçiliği zayıf. Romanın sarktığı, dilin zaman zaman ‘edebiyat paraladığı’ görülüyor. Bunun için bir örnek: Türker, ‘seğirtmek’ sözcüğünü çok seviyor. Sözgelimi kahraman bir kapıyı çalıyor, açılmayınca merdivene ‘seğirtiyor’… Bu sözcükle ilgili yazarlarımızın çoğunda yanlışlar var. Sevdikleri bir sözcük; herhalde sesini seviyorlar. Temelde, ‘sekmek’ten geliyor, seğirtmek. Acelesi olan, telaşa kapılan birinin çok kısa olmayan bir mesafeyi çabuk adımlarla veya sekerek geçmesi anlamına geliyor. Yani durup dururken, her yerde seğirtmezsiniz. Türker, etkileyici kişiler yaratıyor, bunları güçlü ifadelerle anlatıyor. Ama bence dil bakımından kitapları üzerinde yeterince çalışmıyor.”

Nobakov değil, Nabokov. Vladimir Nabokov. (Bond, James Bond).
Yeni yorum gönder