Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

			


İletişim Yayınevi

Kurgulanmış Benlikler (Otobiyografi, Kadın, Cumhuriyet)




Toplam oy: 695

Kadınlar Kendilerini (mi) Anlatıyor!

Egemenlerin tarihyazımının kadın(lar)ı içermediği sürekli tekrarlanan bir tespittir; dahası feminist literatürün kurcaladığı başat meselelerden biridir. Feminist tarihyazımı kadar feminist edebiyat kuramı da bu durumu tartışmaya açar. Örneğin Ayşe Durakbaşa’nın Halide Edib üzerine hazırladığı ve “Türk Modernleşmesi ve Feminizm” alt başlığıyla kitaplaştırılan çalışması aslında tam da Halide Edib Adıvar üzerinden bu meseleyi tartışır.

Durakbaşa’nın bu kapsamlı ve çok önemli çalışmasının yanı sıra konuyla ilgili başka tartışmalara ve araştırmalara da rastlanır. Nazan Aksoy’un Kurgulanmış Benlikler adıyla İletişim Yayınları tarafından kitaplaştırılan incelemesi de benzer biçimde,  “kadın, otobiyografi, cumhuriyet” alt başlığıyla aynı mesele üzerine odaklanmaktadır. En yalın ifadeyle ve Aksoy’un kendi cümlesiyle aktaracak olursak kitap, Türk kadın otobiyografileri üzerine bir incelemedir. 

Yazar Nazan Aksoy, kitabın başında otobiyografinin artık sadece edebiyat araştırmalarının konusu olmadığı önbilgisini hatırlatır ve daha sonra araştırma ilerledikçe de bu vurguyu kaçırmaz. Aksoy’a göre, “Türkiye’de kadın otobiyografilerinin odak noktası genel olarak modernleşme süreci, özel olarak da cumhuriyet tarihidir. Bu da söz konusu otobiyografilere apayrı bir anlam kazandırır. Türk modernleşmesinin temel meselelerinden biri kadının toplumdaki yerinin değişmesi olduğu için, bu değişim sürecinin kadın gözüyle anlatılması otobiyografileri daha ilginç kılar.”

Çalışmasının büyük bir kısmını ilk dönem kadın otobiyografi örneklerinin irdelenmesine ve Cumhuriyet dönemi kadınlarının hayat hikayelerine ayıran Aksoy, Türk modernleşmesinin önemli kadınlardan biri olan Halide Edib’in otobiyografik anlatıları üzerinde de ayrıntıyla durur. Ancak bu ayrıntılı inceleme safhasına geçmeden önce de Halide Edib ismi, farklı tespitleri ve bulguları tamamlamak adına çalışmanın ilk bölümlerinde de örnek olarak karşımıza çıkacaktır. “Kriz anının kişiyi geçmişini bir bütün olarak kavramaya yöneltebileceğini ancak söz konusu krizin bireysel değil tarihi olduğunu” söyleyen Karl Weintraub’dan alıntı yapan Aksoy, bunun Türk edebiyatındaki bir örneği olarak Halide Edib’e uzanır ve şöyle der: “Türk edebiyatında Halide Edib Adıvar’ın otobiyografisini yazmaya karar vermesi böyle bir kriz anına denk düşer. ...o da hayat hikayesini yazmaya başlarken kendi kişisel geçmişi ile Milli Mücadele tarihinin iç içe geçtiğine inanmıştı.”

Aslında bu durum Cumhuriyet döneminde otobiyografi yazan diğer kadınlar için de pek farklı değildir. Halide Edib Adıvar, kendi tarihini bastıracak şekilde Milli Mücadele tarihini ortaya dökerken benzer biçimde Atatürk’ün manevi kızları Sabiha Gökçen ve Afet İnan da kendi hayat hikayelerini anlatırken resmi tarih yazımını egemenlerin diliyle yeniden kurarlar. Aksoy’un yorumlamasını alıntılarsak; Cumhuriyet’in kurucu kadrolarıyla ters düşen ve sürgün hayatı yaşamak zorunda kalan Halide Edib’in anıları/anlattıkları dönemin eleştirel bir panoramasını vermekten çok o dönemin siyasi aktörlerine ilişkin duygu ve düşüncelerden oluşmaktadır. Ancak bu durum sadece Halide Edib’e özgü değildir; incelediği bütün otobiyografilerde, kadının erkek dünyasında var olmak için çabalarken kendi duygu, düşünce ve hayallerini ve tabii kadınlığını arka plana attığı görülür. Atatürk’ün manevi kızları Sabiha Gökçen’in ve Afet İnan’ın otobiyografilerini hem resmi tarih hem de Atatürk’e duyulan sorumluluk ve minnet duyguları gölgelemiştir. Hatta -en ilginç olanı da budur-, “Cumhuriyet’in siyasetini durmadan eleştiren Sabiha Sertel bile Atatürk’ten hayranlıkla bahseder. Hazırladığı bir projenin kabul edilmemesini ona değil, Latife Hanım’ın kaprisine bağlar.” Üstelik çocukluğunda yaşadıklarının da etkisiyle kadın meselesiyle, kadınların sorunlarıyla fazlasıyla haşır neşir olmasına rağmen Sertel de otobiyografisinde kendisini, kadınlığıyla, kendi duygu ve düşünceleriyle değil davanın bir neferi olarak öne çıkarmıştır.

Ben/lik ve Özne/(l)lik
Öncelikle otobiyografi tarihine kısa bir bakışla konuya girmeye niyetlenen Nazan Aksoy yukarıda adı geçen Karl Weintraub’un yanı sıra farklı isimlerden alıntılar yaparak bulguları ve tespitleri hem farklı tartışmalara açar hem de kuvvetlendirir.  İşin içinde bir benlik meselesi olduğunu en başta ortaya koymuş olan araştırmacı, çalışması derinleştikçe feminist kuramın da peşini bırakmadığı öznellik meselesini masaya yatırır.  Bu noktada, Aksoy’un yürüttüğü tartışmalar boyunca Foucault, Barthes gibi büyük isimler anılmaya başlanır: “Foucault, Barthes gibi düşünürler ‘özne’nin dolayısıyla yazarın ölümünü ilan edince, derin bir anlam taşıyan özne ve onun kendisini gerçekleştirme macerasını anlatan otobiyografi de önemini yitirmeye başlamıştır denebilir. Artık tarafsız bir alan olarak görülen ‘yazı’da özne kaybolmuştur çünkü. (...) özne kavramı yeni bir bakış açısıyla ele alınmaktadır. Buna göre, ‘ben’ kelimesi sadece dilin yapısındaki bir gerekliliktir, ama bu kelimenin arkasında somut bir insanın var olduğuna inanmak gerekmez.” Nazan Aksoy bu tartışmasını Roland Barthes’ın otobiyografik metninin ilk cümlesiyle destekler: “Bütün bunlar bir roman kişisi tarafından söylenmiş kabul edilmelidir.” Nazan Aksoy’a göre “yazar anlatmaya çalıştığı kişiliğin en az bir roman kahramanı kadar kurmaca olduğunu daha ilk sayfada ilan etmekle okurla yazar arasındaki otobiyografik sözleşmeyi askıya alır.” Gerçekten de ben dilinin üçüncü tekil şahsa kaydığı anlatımlara tanıklık etmek mümkündür. Bunun yakın zamanlarda görülen örneği, olaylı otobiyografisi Soğanı Soyarken’de üçüncü tekille ben dili arasında gidip gelen Günter Grass’tır.

Bu durumun feminist tarih yazımı ve feminist edebiyat eleştirisi açısından en bilindik örneği ise Türk’ün Ateşle İmtihanı adlı otobiyografik metninde Halide Edib’in kendisini Halide Onbaşı olarak anması ve yine aynı şekilde, hayat hikayesinin birinci perdesi sayılabilecek olan Mor Salkımlı Ev’de de zaman zaman kendisinden başka biriymiş gibi örneğin “Halide denen bir mahlukat” olarak bahsetmesidir. Nazan Aksoy da Türk kadınlarının otobiyografilerini incelediği bölüme ilk kadın otobiyografi yazarı olduğunu belirterek Halide Edib Adıvar ile başlamıştır. Aksoy, onun hakkında yazarken Halide Edib’in metindeki özne ve tarihi özne olarak bir yarılma yaşadığını ortaya koyar: “otobiyografi okuru metindeki özne ile tarihi öznenin, yani yazarın aynı kişi olduğunu bilir. İşte bu durum yazarın kendi dünyasını ortaya dökememesine de yol açar, halbuki kurmaca anlatı metinlerinde yazar ile hikayenin kahramanı aynı kişi olmayacağından, kurmaca anlatı metinleri otobiyografik özellikler taşısa da, yazar burada kendini gizleyebilir.”

İşte bu noktada otobiyografik benlik ve Halide Edib romanları üzerine bir makale – bu makale Kadınlar Dile Düşünce adlı derlemede yer almaktadır- yazmış olan Hülya Adak’ın yeni bir tartışma yürütebilecek yorumunu paylaşmakta fayda var çünkü Adak’ın tespiti Nazan Aksoy’un çalışmasının okunurluğunun nedenlerini de ortaya koyacak cinsten. Adak; ‘kurmaca belki de en otobiyografik itirafların yapıldığı bir tür iken otobiyografi ise çoğu zaman kurmacaya en yakın türdür” der. Nazan Aksoy’un, “roman gibi” diye başlıklandırılmış olan Cumhuriyet dönemi kadınlarının hayat hikayelerini aktarması, onun kitabını derinlikli bir edebiyat incelemesi ve akademik bir çalışma olmanın yanında bir edebi ve/ya kurmaca tür olarak da okuma imkanı tanır. Çünkü Halide Edib, Sabiha Sertel, Samiha Ayverdi, Mîna Urgan gibi kadınların hayatlarının anlatıldığı bölümlerde metin biyografiye çark ederek okuru da peşinden sürükler.

 

Müge Karahan



Bu kitabı idefix'ten sayın alın

Yorumlar

Yorum Gönder

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.