İÇİNDE SIKINTI OLDUĞU DOĞRU; AMA SONSUZLUK OLDUĞU DAHA DOĞRU
Çağdaş edebiyatımızın en özgün temsilcilerinden biri olan Altay Öktem, Sonsuz Sıkıntı ile, sıradışı olanı sıradanlığın sınırları içine sokup, okurun sıradışı olanı kanıksamasını sağlıyor. Öykü yazarken farklı bir üslup geliştirmek, farklı bir tutum izlemek yerine, hayata karşı farklı bir tutum geliştiriyor ve bu tutumu öyküleştiriyor. Sonsuz Sıkıntı'nın, Altay Öktem'in ilk öykü kitabı olan Aslında Saçları Siyahtı'daki öyküleri içermekle birlikte, sonraki yıllarda yazdığı öyküleri de kapsayan bir çeşit “toplu öyküler” kitabı olduğunu da düşünür; Aslında Saçları Siyahtı'nın 2002 yılında yayınlandığını da göz önünde bulundurursak, bu öykülerin öncü rol üstlendiğini pek ala iddia edebiliriz. Özellikle de 2000'lerin ilk yarısı için... Gerçekle düş'ün bu denli iç içe geçmesi, korku ve bilimkurgu ögelerinin öykülerin dokularına sızması, hatta Türk edebiyatında örneklerine hemen hemen hiç rastlamadığımız “gore” türüne göz kırpılması, öykücülüğümüzde pek de alışkın olmadığımız bir şey. Sonsuz Sıkıntı'da yer alan öykülerin en önemli özelliği, bu öykülerin tek bir türün sınırları içine sokulamayacağı halde oldukça fazla sayıdaki türün sınırlarını zorlaması ya da türler arası farklı disiplinlere kapı aralaması... Sık sık, fantastik bir dünyanın gerçekçi bir dille anlatıldığına; ya da gerçeğin fantastik bir kurguymuş gibi ele alındığına tanık oluyoruz Sonsuz Sıkıntı'da.
Kaçırmaya çalıştığımız uçak, aynı anda başkaları tarafından da kaçırılmaya çalışılıyorsa, farklı ideolojilerdeki hava korsanlarının birbirleriyle çatışmaya girmesi elbette kaçınılmazdır. Ama asıl kaos burada başlamıyor! Ya o uçak, siz harekete geçmeden önce zaten kaçırılmışsa ve bu işte uzaylıların da parmağı varsa? Bu durumda, bir çeşit “Birleşik Kaoslar Teorisi”yle karşı karşıya kalmaz mıyız?
Ya da, herkesin aynı oranda katil ya da aynı oranda kurban olamadığı bir dünyayı düşünün. Bu dünya, bizim yaşadığımız dünya değil midir zaten? Birini öldürmek için ateş ettiğinizde, onun ölmesi, kalan ömrünün tamamının bir anda yok olması anlamına gelmiyor mu? Ya o kurşun, kalan ömrünün tamamını değil de, diyelim otuz yılını yok ederse? Ateş ettiğiniz kişi, bir anda otuz yıl yaşlanıverir gözünüzün önünde! Peki, zamanın aynı hızla, aynı ritimle ilerlediğini kim iddia edebilir ki? Belki de, ileri geri sıçrayarak ilerliyordur zaman. Öyleyse, yaşlı bir adam olarak, bastonunuza tutuna tutuna ayağa kalktığınız an, kendinizi, elinizde beslenme çantasıyla ilkokulun önünde bulursanız hiç şaşırmayın.
Ölülerle dirilerin bir arada yaşadığı, belki de buna başkalarının (?) da karıştığı bir evrenin gerçek hikayelerinden oluşuyor Sonsuz Sıkıntı. İçinde sıkıntı olduğu doğru; ama sonsuzluk olduğu daha doğru!
