Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

İçimizdeki kopuk zincir




Toplam oy: 1302
Orhan Koçak
Metis Yayınları

Adını Kopuk Zincir koymuş Orhan Koçak, modern Türk şiiri üzerine kaleme aldığı yazılardan oluşan bu seçkinin. 1993 ile 2011 yılları arasında yazılmış 19 makale, Nazım Hikmet’ten Melih Cevdet Anday’a, Oktay Rifat’tan Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya, İlhan Berk’ten Turgut Uyar’a, Ece Ayhan’dan Süreyya Berfe’ye, Haydar Ergülen’den Mahmut Temizyürek’e uzanan bir şairler geçidi…

Peki neden ‘kopuk zincir’? Zannedildiği gibi gelenekten kaynaklanan bir kırılmayı ifade etmiyor bu tamlama. Şairlerimizin ‘ses’ üzerinden izlerini sürüyor Koçak ve onun bir eleştirmen olarak işitsel imge üzerine yaptığı tercih Türk şiirinde seslerin ardıllara iletilemediğine dair bir kaygıyı içeriyor.

 

Şiirimizde sesin peşine düşen Orhan Koçak’ın gelin öncelikle şiir eleştirisine dair düşüncelerine bir göz atalım. Şiirin Sesi ve Eleştiri adlı makalede şiir eleştirisinin şairlerden alınıp eleştirmenlere verilme arzusunun, bunu da en çok şairlerin istemesinin ilginçliğine değiniyor Koçak. Bunun şairlerin bile pazarın ve rekabetin dışında çalışamadıklarının bir göstergesi olduğunun altını çiziyor: “Yolunu kendi başına çizip ölçütünü kendisi koyarak yalnızlığa mahkum olmaktansa, ortamın genel kurallarına uymayı, onlara göre değerlendirilmeyi kabullenmektedir sanatçı. Pozitivizm, pazardaki canhıraş boğuşmaya son verme vaadiyle doğmuştu, rekabetin ortadan kaldırılmasını değil düzenlenmesini, demek devletin güçlendirilmesini istiyordu. Profesyonel eleştirmen talebine de otoriter nostaljilerin eşlik ettiğini görüyoruz.” Oysaki Koçak’a göre şiiri yakın okumaya alan tüm eleştirel yaklaşımların içinde zaten daha önce şairlerin ortaya koymuş olduğu bir eleştirel düşünüş yatmakta. Modern şiiri anlayabilenler ise ister istemez ancak onu yapanlardır ki, işte şiirin önümüze çıkardığı önemli bir güçlük daha… 

 

Ve gelelim sese… Sesli okumanın yerini sessiz okuma almıştır modern şiirde. İç ses dışsal ölçünün yerini almış, imge bağımsızlaşarak görme duyusunun payını arttırmışken eleştirmenin yararlandığı tüm disiplinler gürültü bir dünyaya aittirler. Koçak, eleştiri üzerine düşünürken biz de okur olarak kendimizi düşünürüz burada ister istemez. Gürültüden sağırlaşmış kulaklarımız, görsel imge bombardımanından yorgun düşmüş gözlerimiz midir acaba bizi şimdilerde şiirden bunca uzak tutan, aramızı açan… Okur da, eleştirmen de şiirin sesine kulak vermekte acizleşirler. Oysa şiirin zamanı, şiirin içinden geçtiği zaman sade ve sadece sesin içindedir, ses aracılığıyla gerçekleşir. Görmek yetmez yani, duymak gerekir… “Görsel imgelem zamansal değil mekansaldır; işitsel imgelemse zamanla mekanın, geçişle kalışın bitiştiği bir eşduyum yetisidir.”

 

Koçak buradan Oktay Rifat’ı okuyan Ahmet Oktay’a geçer. Ahmet Oktay’ın sanatla ideoloji ekseninde Oktay Rifat’ı değerlendirmesini tartışır yine elbette ses üzerinden. İşitme duyusu ne kadar bastırılsa, ikinci plana itilse de Oktay Rifat gibi şairlerin sesinin duyulmamasının imkansızlığını vurgulamaktadır her şeye rağmen.

 

Orhan Koçak’ın Nazım Hikmet ve Yahya Kemal arasındaki sese odaklandığı ilk makaleye de (Yahya Kemal’le Mayakovski Arasından Nazım Hikmet) değinmeden geçmek istemiyorum. Yahya Kemal hatırlayışların Nazım Hikmet ise unutuşların şairi miydi daima geleceğe bakan? Öyleyse bir vakitler hoca-öğrenci ilişkisi içinde olan bu iki büyük şair hangi yollardan geçerek ayrılmış, yahut da nihayetinde birleşmişlerdi… Burada iş gelip elbette 'etki', 'etkilenme' konusuna dayanıyor. Koçak, bu 'etki' sorununu aşma, ya da bir noktada kabullenip artık önemsememe biçimi üzerinden de Nazım Hikmet’i okuyor.

 

Kitapta yer alan Anday’da Duygu ve Resim adlı makale de, Anday üzerinden şiirimizdeki düşünce ve duyum arasındaki duyguya odaklanarak, şiir ve şiirdeki ses arayışına dair son derece ilgi çekici bir değerlendirme seriyor önümüze. 

 

Böyle bir iddiası yok belki ama Koçak’ın Kopuk Zincir'i, şiirden giderek kopan bizim gibi okurları sanki yeniden şiirin içine çekiyor. İçimizdeki şiirlere dair tartışmaları hararetlendiriyor. Tüm sesleri susturup sese odaklanmaya, sesi duymaya heveslendiriyor. Her şey bir yana işte sırf bu nedenle bile şahane bir kitap.  

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.