Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap


Pusulamız Kitaplar


100. sayımızla birlikte hazırlamaya başlayacağımız Yayınevi Hikâyeleri’nde sözü alternatif işler üreten, okurları edebiyatın özgün örnekleriyle tanıştıran sevdiğimiz yayınevlerine bırakıyoruz. İlk konuğumuz çağdaş edebiyat konusunda öncü yayınevlerinden biri olan David Grossman, Muriel Spark, Yoko Tawada, Jonathan Safran Foer gibi pek çok iyi yazarı keşfetmemizi sağlayan Siren Yayınları. Yayınevinin kurucularından Erol Aydın ile yola çıkış hikâyelerini, butik-bağımsız yayınevi kavramını konuştuk.

 

Türkiye’deki ilk bağımsız/butik yayınevlerinden biri olarak öncelikle sizden butik yayınevi kavramını dinlemek isteriz…

 

Siren bağımsız bir yayınevi; ana akıma hâkim modellerin dışında kalan, cari hedefiyle değil kitap odaklı yayıncılık yapan, gücünü kendinden alan ve seçici yaklaşımıyla ana akımın domine ettiği bir pazarda kendine yer açan bir yayınevi. Butik değiliz ama ana akıma hâkim pratikler güden diğer yayınevlerine kıyasla az sayıda yeni başlık yayımlıyo­ruz; belki bu butik olarak algılanmamıza sebep oluyordur.

 

Her küçük yayınevi butik yayıncı sayılır mı sizce?


Butik kelimesinin kullanımı çok geniş; bu nedenle pek sağlıklı değil aslında... Küçük ya da orta ölçekli yayınevlerine butik dediğimizde normu “büyükler” üzerinden belirlemiş oluyoruz; büyüklerin piyasaya hâkimiyeti düşünülürse bu, politik de bir tavır; genele hâkim izleğin dışında yer alan yayıncıyı marjinlere itiyor. Zincir kitabevlerinin çok satanlar ve yeni çıkanlar odaklı satış pratiklerinin dışında yer alan herhangi bir anlayışla yayıncılık yapan ve bu yayıncılık faaliyetinde bağımsız bir çalışma modeliyle ilerleyen yayınevleri, kendilerine bu adı vermek isterlerse eğer, butik olabilir... Niş bir okur kitlesine yönelik kitap yayımlayan bir yayınevi butik olabilir ama bu yaftayı yapıştırırken dikkatli olmak, söz konusu yayınevinin kendi faaliyetini bu tanımla bağdaştırıp bağdaştırmadığına bakmak gerek. Küçük yayınevlerine butik dediğinizde bu işin geçmişini, özünü unutup günümüzün birer fabrika gibi çalışan, kendi editörlerinin bile tamamını okuyamadığı, yetişemediği sayıda kitap çıkaran kurumlarını norm ilan etmiş oluyorsunuz.

 

Nasıl bir motivasyonla kuruldunuz?


Siren hayalini iki kişi kurduk; koordinatörümüz Erol Aydın ve yayın yönetmenimiz Sanem Sirer’den ibaret bir ekiple; estetik çizgimizin mimarı olan sanat yönetmenimiz Nazlım Dumlu da kısa süre sonra aramıza katıldı. Siren bugün çok daha geniş bir mecra; içeriden ve dışarıdan çalışan mesai arkadaşlarımız var; artık çok daha kalabalığız. Yayıncılık hayatına çağdaş dünya edebiyatının bugününe ait sesleri Türkçede duyurmak amacıyla başladık… Çağdaşımız olan yazarları takip etmek, onların yeni kitaplarını dünya ile aynı anda okuyabilmek, edebiyatta farklı olanın sesini duyurmak için çabaladık. Bugün yeni yazarlarımız modern öncüleri sayılacak klasik isimlerle bir arada yer alıyor programımızda; Jack Kerouac, Henry Miller, Muriel Spark, Shirley Jackson gibi klasiklere imza atmış yazarlar bugün öne çıkan yenilikçi isimlerle, Valeria Luiselli, Jonathan Safran Foer, Karen Russell, Dave Eggers, Yoko Tawada gibileriyle yan yana yer alıyor. Bunlara Herta Müller gibi David Grossman gibi Etgar Keret gibi yayımlayacağımız Tove Jansson ya da Vigdis Hjorth gibi isimler ekleniyor ve daha niceleri eklenecek.

 

 

Bugünün Türkiye’sinde ekonomik sorunlardan dağıtım problemlerine, baskı kalitesinden çevirmen seçimine karşınızda çözülmesi gereken pek çok sorun duruyor değil mi?


Türkiye’de yayıncılık özveri gerektiren bir iş; bizim alanımız olan çağdaş edebiyat ise bilhassa zorlu. Sorunlar pek çok, ama bu iş, sorunlara odaklanarak yapılabilecek bir iş değil. Dağıtım ve pazarlama kanalları açısından sesimizi duyurmakta zorlandığımız olmuştur. Ana akım pratiklerinin dışında yer aldığınızda, her kitabın dağıtım ve pazarlamasını ona özel ve ona uygun olarak tasarladığınızda bu, Türkiye’deki piyasa koşullarından dolayı gayet olası... Kitabevlerindeki manzarayı nihayetinde okur şekilliyor talepleriyle; bunu da unutmamak gerek. Yayımladığımız kitapların her birinin biricik olduğuna ve okurunu bulacağına inanıyoruz; ayakta kalmış olmamız kitaplarımıza olan inancımız, edisyonlarımıza gösterdiğimiz özen ve okurda bunun karşılığını yakalamış olmamızdan kaynaklanıyor.

 

Kitap seçimlerinizde başlıca kriterleriniz neler?

 

Bugünün dünyasına ait dertleri kendi özgün sesleri ve anlatım biçimleriyle ortaya koyan yazarlar arıyoruz. Bağımsız ve idealist olma iddiasıyla değil, beğendiğimiz, okuduktan sonra bir başkasına önermek isteyeceğimiz, iyi kitaplar yayımlamak için çalışıyoruz ki böylesi daha kolay ve sürdürülebilir.

 

Bugün kıymeti bilinmese de geleceğe yönelik bir yatırım gözüyle keşfettiğiniz yazarlar oluyor mu?

 

Bugün pek çok pratik hâkim yayıncılığa; bunlardan biri, satış garantisi olduğu düşünülen telifsiz klasiklere, diğeri ise ödüllü ya da listelere girmiş, uluslararası arenada övgü toplamış kitaplara yönelim. Biz yayımlayacağımız kitapları çoğu zaman bir word dosyasından ibaretken, yani henüz orijinal dilinde de yayımlanmamışken, dolayısıyla haklarında henüz bir kanı oluşmamışken seçiyoruz; yayımlanmış olsalar dahi her zaman, ama her zaman, hakkındaki övgüleri değil, metnin kendisini esas alıyoruz. Yeraltı Demiryolu, Kaplanın Karısı, Bir At Bara Girmiş gibi sonradan dünya çapında ilgi gören ve çeşitli ödüllerle onurlandırılan kitapların her birini, henüz yazılmış (Bir At Bara Girmiş söz konusu olduğunda İngilizceye henüz çevrilmiş) iken okuyup programımıza aldık. Genel olarak, bir kitabı değerlendirirken çeviriye yatkınlığı, kültürel bariyerleri aşıp aşamayacağı ve yayınevimizin çağdaş çizgisiyle ne noktada bağdaştığı üzerinden bir izlek belirliyoruz. Bu bağlamda her kitabımız geleceğe yapılmış bir yatırım.

 

Yılda kaç kitap yayımlıyorsunuz?

 

 Yayımlanan yıllık başlık sayısı, o yılın gereklerine göre değişiyor. Yeni baskılar ve yeni başlıklar üzerinden belirlediğimiz hedefler var elbette, ama onlar da o seneki duruma göre belirleniyor, yani değişken.

 

Okurlarınızla nasıl bir ilişkiniz var?


Yayınevini takip eden sadık bir okur kitlemiz var; onlar sayesinde buradayız. Dijital ortamların, blog’umuz Sirenin Sesi’nin ya da yayın yönetmenimiz Sanem Sirer’in podcast’i Kitap, Kaşık ve Diğer Gerekli Şeyler’in de katkısı büyük bunda – bu mecralar, birbirimizle doğrudan ve samimi ilişkiler kurmamızı kolaylaştırıyor.

 

Çeviri ve grafik tasarım konusunda nelere önem veriyorsunuz?


Çeviri söz konusu ise çevirmenin metni benimsemesi, sahiplenmesi önemli; sonrasında elbette ki tekniği ve metnin ruhuna uygun tercihleri kullanarak özenli bir çeviri sunması... Grafik tasarım bugünün dünyasında çok önemli; kitabı, hele de yeni bir yazara ait bir kitabı gösteren en önemli unsurlardan biri kapağı. Aradığımız, kitabın ruhuyla örtüşen ve yayınevi estetiğine uygun bir tasarım anlayışı. Çeviri konusunda giderek artan kaygan bir zemin söz konusu; bazı yayınevleri var ki neredeyse üniversite öğrencilerine çeviri yaptırabiliyorlar…

 

Sizin bu konudaki kriterleriniz neler?


Çeviri edebiyat yayıncılığı yapıyoruz ve çeviri hususunda son derece hassas ve özenliyiz; isim sahibi, deneyimli çevirmenlerle çalıştığımız gibi yetenekli, genç isimlere de şans veriyoruz ve bunun böyle olması gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye’de yayıncılık ortamı oldukça hiyerarşik; ama yeni olana şans vermezseniz bir noktada siz de eskirsiniz. Çeviri bir deneyim ve birikim işi, orası doğru - ama işi ciddiye alan, dil duygusu güçlü, edebi damarları kuvvetli genç çevirmenlere şans vermek de önemli. Deneme çevirileriyle bunu saptamak, değerlendirmek mümkün. Editörlük pratiği gelişkin bir yayıneviyiz biz aynı zamanda, ki bu da, iyi bir çevirinin olmazsa olmazı, unutmamalı.




Toplam oy: 349

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.