Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap


Yazarlar


Sibel Oral

1979 yılında İstanbul'da doğdu ve eğitimini burada tamamladı. 2000 yılında başladığı gazetecilik hayatına çeşitli dergi ve gazetelerde muhabirlik ve editörlük yaparak devam etti. İlk romanı 2006 yılında yayımlandı. Çeşitli kolektif kitaplara katkıda bulundu. 2008 yılından bu yana Taraf gazetesi kültür sanat bölümünde çalışarak Edebiyat Söyleşileri'ni sürdürüyor ve bir yandan da çeşitli kitap dergileri için yazılar yazıyor.

Tüm Yazıları

Yabancı bir edebiyat eserini elinize aldığımızda yaptığımız ilk şey, arka kapağındaki yazıyı okumak, belki bir kaç sayfasına göz gezdirmektir. Yazarı da tanıyorsak sorun yoktur; kitabı alırız. O kitap matbaadan çıkıp bizim kütüphanemize gelmeden önce, en az yazarı kadar üzerinde emeği olan biri vardır ki o da çevirmendir.

İntihal, yani aşırma, hırsızlık... Bir başkasının yazmış, yaratmış olduğu herhangi bir fikri, özgün içeriği kaynak göstermeden ve hatta bırakın kaynak göstermeyi kendi fikrinizmiş gibi ortaya çıkarmak intihalin ta kendisi. Türkiye’de, edebiyatımızda, yıllardır intihal sözler, şiirler ve hatta hikâyelerin olduğu da bir gerçek. 

 

Yıl 1949, aylardan haziran. Secker and Warburg yayınevi tarafından basılan romanın adı 1984. Basıldıktan 32 yıl sonra komünizm propogandası, anti semitizm ve cinsel referansları dolayısıyla yasaklanan kitabın yazarı ise George Orwell’den başkası değil.   

 

Okuduğum ilk kitabı olduğundan mıdır, yoksa onun dağların gölgesinde öldürülmeden önce yayımlanan son kitabı oluşundan mı nedir, Sabahattin Ali’nin Sırça Köşkü apayrı bir duygu yaratır bende. 

 

Bu ay D.H. Lawrence’ın kaleme aldığı Lady Chatterley'in Sevgilisi/ Lady Chatterley’s Lover’ı seçtim. Bu kitap hem İngiltere’deki aristokratlara ve yaşamlarına bir saldırı olduğu, hem de açıklıkla anlattığı cinsel ilişki anları yüzünden bir zamanlar yasaklanmıştı.

İkinci Dünya Savaşı’nın son yılları ve Almanların savaşı kaybetmesi neredeyse garanti olmasına rağmen 10 yıla yakın süredir Avrupa başta olmak üzere tüm dünyayı yakıp kavuran Faşist ideolojiden Türkiye’de nasibini alıyordu. Ana akım medyanın o dönemde de güçlü olan isimlerinden Hürriyet, İsmet İnönü’nün Hitler ile görüşmesini manşetten “Büyük bir iş başarıldı” edasıyla veriyordu.

"Zaman zaman patlayan, yaralayan, fışkıran, içimizden iniltiler yaşlar ve beddualar koparan sayfalar okuyorsak, bilin ki bu sayfalar sırtı duvara dayanmış, tek savunması sözcükler olan bir adam tarafından yazılmıştır…" İşte böyle demişti tek savunması sözcükler olan Henry Miller.

Adapazarı’nda doğan Sait Faik, tüccar bir babanın oğlu olmanın en ağır yükünü omuzlamış ve baskılara dayanamayarak “işe yaramayan” Türkçe eğitimini bırakarak İsviçre’ye ekonomi okumaya gitmek zorunda kalmıştı. En zor zamanlarını bu sıkıcı Alp ülkesinde geçirmişti. Daha fazla kalamayacağını anladığında, Fransa’nın Grenoble kentine geçti.

Yedi yılda tek bir günü, 16 Haziran 1904’ü yazdı. Bir gün içinde gerçekleşen ve yüzlerce sayfadan oluşan bu epik yolculuk dünya edebiyatının tarihine anlaşılması en zor eseri olarak geçti. Evet, o gerçek bir eserdi, başyapıttı. Üstüne makaleler, tezler, kitaplar yazıldı. Anlayanlar, anlamayanlar oldu. Kimi eline aldığı bu başyapıtı son sayfasına dek sindirerek okudu, kimi yarıda bıraktı.

Korkunç derecede cinsel ifadeler, ahlaksızlık, sefahate davet, müstehcenlik ve dine iftira... Bir kitap düşünün “bir dizi tecavüze neden olabilir, insanları cinsel saldırganlığa yönlendirebilir, aman dikkat”  diye yasaklansın. Hem de sadece öyle bir iki ülke de değil. Hem de sadece Doğu’da ya da ne bileyim üçüncü dünya ülkelerinde değil.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.