Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap


Eleştiri Arşivi

Eleştiri // En çok okunanlar



Zalim Carnero'nun en "pırıltılı" günleri

Arrastar Esa Sombra ve Morirse de Memoria pas geçildikten sonra, nihayet bir Emiliano Monge kitabı Türkçeye çevrildi. Özgün adı El Cielo Árido olan ve Saliha Nilüfer tarafından Türkçeleştirilen Bakır Gök, yayımlanışından üç yıl sonra bizlerle buluştu. 

 



Tersine akan bir nehir

“Dans edeceğim. Her bir notayı hatırlayacak, bedenimi ritme uyarak hareket ettireceğim; çünkü kendime kim olduğumu hatırlatmanın en iyi yolu bu; özgür bir kadınım ben!” (s. 88)



Cehenneme kadar yolumuz var

Bin Bir Gece Masalları’ndan, Faustus efsanesinden, Yunan mitolojisinden, Romeo ve Julliet’ten, Babil Kulesi’nden, Dante’den, Eski Ahit hikâyelerinden bir pastiş olsun. Ama oryantalist de olsun. Çuvaldızı Batı uygarlığına, iğneyi Doğu kültürüne batırsın. İslam sana söylüyorum, katolikler siz anlayın desin. Mantık ile mistisizm atışırken, hedonistler eğlensin.



Ölüler adalet talep eder

Güneye inip popüler tatil bölgelerinin doğusuna doğru gittiğinizde Adana'ya, Çukorova'ya varıyorsunuz. Çukurova deyince aklımıza gelen ilk isim, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Yaşar Kemal. Onun Çukurova anlatımının tadı farklıydı. 

 



Akıp giden sular gibi hafızasız, toprak gibi köklü

Balkanlar, başka bir deyişle Doğu Avrupa (ya da Bulgar yazar Miroslav Penkov’un kitabının adından esinle söylersek “Batının Doğusu”) tarih kitaplarında ve haritada kapladığı yer bir yana edebiyatçıların hikayelerine de sıklıkla giriyor. Üstelik sadece o coğrafyanın yazarları ve sanatçıları değil, çok uzaklardan gelenler de bu topraklardan ilham alıyor.



Tanıdık bir hikaye

Yüzyıllar boyu acıyla yoğrulmuş bir coğrafyada geçen tanıdık yaraların hikayesi Segah Makamı. Bugün altmışlı yaşlarını süren nesil bu yaralara şüphesiz hepimizden daha aşina, zira bu onların hikayesi. Biz sonraki kuşaklar içinse çoğunlukla anne ve babalarımızdan dinlediğimiz, kimi zaman da kitaplarda okuduğumuz ya da filmlerde gördüğümüz bir geçmişe ait.



Devasa bir edebi oyun

Biz okurlar, Fernando Pessoa’nın artık birer müsteardan fazlası olan alt kimlikleriyle tanıştığımızda tüm hayatını dönüştürdüğü bu edebi jest karşısında yelkenleri suya indirmiştik. Tabii bunda Huzursuzluğun Kitabı’nın bir başyapıt olmasının ve şiirlerinin sonsuza ulanan bir kendilik arayışına işaret etmesinin etkisi yadsınamayacak denli büyük.



Bir yanıyla bilimkurgu, diğer yanıyla fantastik

Polisiye kitaplarıyla bilinen Algan Sezgintüredi, bu kez absürt bir romanla okurların karşısına çıkmış. Tür olarak da polisiyenin dışında bir alan seçmiş. Süperben romanının tam olarak hangi türde olduğunu kestirmek zor aslında, okuduktan sonra bile bu konuda insan emin olamıyor.



Hayalleri zenginleştiren öyküler

“Gözlemlenebilen gerçeğin sınırlarını aşan fantastik tür hiçbir zaman hiçbir coğrafyada hoş karşılanmamış, bazen üvey evlat muamelesi görmüş, bazen görmezden gelinmiştir…” Önsözünü, bahsi geçen edebi türler için yapılan en tartışmalı yorum ve görme biçimi ile söyleyen Düşlerin İzinde adlı öykü seçkisi, benzer rüyaları gören ancak benzediği ölçüde özgür bir ifade gücü de kazanan on iki



Hepimizin kuytuları var

Yalçın Tosun’un öykülerinde sürekli karşımıza çıkan, belli başlı temalar var: Çocukluk, aile ve cinsellik. Tosun, bazen kendisini bazen de karşısındakini anlatırken ilişkilerin tıkanışını resmedip bu üç temaya yöneliyor - ki aslında onlar, hepimizin hayatının bir şekilde en sıkıntılı noktaları. Fark ediyoruz ya da etmiyoruz ama durum bu.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.