Eleştiri Arşivi

Eleştiri // En çok okunanlar
//php print_r ($fields); ?>
İtalyan edebiyatının önemli klasiklerinden birisi olarak gösterilen Duvarcı Ustası Don Gesualdo'da tam da Sicilya'ya özgü bir hikaye anlatmış Giovanni Verga. Sicilya'nın kaderinin roman kahramanının kaderiyle birleştiği, yani yenilginin kaçınılmaz olduğu bir hayatın hikayesi...

//php print_r ($fields); ?>
Türkiye’de pek bilinen, tanınan bir edebiyat değil Fin edebiyatı; ve görünüşe bakılırsa, çok da rağbet görmüyor. İskandinav edebiyatı, Türkiye’deki etkisini gerek polisiyeyle gerek dram türünde romanlarla genel olarak gösteriyor aslında ama özellikle İsveç ve Norveç edebiyatının bilinirliği ve okunurluğunun yanında Fin edebiyatının birkaç adım geride kaldığı apaçık görülüyor.

//php print_r ($fields); ?>
Psikolojik gerilim ve korku türünde yazan Onat Bahadır’ın son kitabı Yaklaşan Dip, yakın bir zaman önce İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. On öyküden oluşan kitap, okura edebiyatta gerilim ve korku türlerinin klişeleşen ya da başkalaşarak yazarın hayal gücünün anlatım diline dönüşen unsurlarını yeniden gözden geçirme ve sorgulama olanağını tanıyor.

//php print_r ($fields); ?>
Sevilsin ya da sevilmesin, “kendini okutan kurgu” diye bir şey var. Kimilerince bu yeterince edebi bulunmuyor olsa da çoğu okur böylesi sürükleyici kitaplara oldukça fazla ilgi gösteriyor. Bu Bizim Hikayemiz de, okurun ilgisini hak eden kitaplardan...

//php print_r ($fields); ?>
Bir şiirin içinde tarihler geçiyorsa, şiirle tarih arasında kurulması elzem bağları hatırlarım ilk elde. Tarihsiz şiir de, şiirsiz tarih de muhaldir. Bilincimizin dehlizlerinde iki fiyakalı dedektif gibi dolaşır her ikisi de. Birini diğerinden ayırmak ne derece mümkün? Türkçenin tarihi şiirimizin de tarihi değil midir bir bakıma? Bu bağı nerede aramalı?

//php print_r ($fields); ?>
Stephen King’in, yazarken vampirlerin varlığına inandığını itiraf ettiği Korku Ağı (’Salem’s Lot) adlı gotik romanının arka planında iki büyük korku eserinin verdiği ilham yatıyor.

//php print_r ($fields); ?>
Doğuyoruz, ailemizin bizim için hayal ettiklerini öğrenerek ve kabullenerek büyüyoruz. Sonrasında, onların hayalleri bizim hayallerimize dönüşüyor, ulaşmamız gereken hedefler ediniyoruz. Okulda başarı, ilişkilerde başarı, kariyerde başarı, aşkta başarı; başardığımızı düşündüğümüz her şey için listeye bir tik atıyoruz.

//php print_r ($fields); ?>
Son yıllarda polisiyede ufak da olsa bir kıpırdanma yaşanıyorsa, bunun önemli bir kısmında Kuzeyli polisiyelerin rolü büyük. Özellikle Stieg Larsson’un Ejderha Dövmeli Kız, Ateşle Oynayan Kız ve Arı Kovanına Çomak Sokan Kız’dan oluşan “Millennium” serisiyle açılan yolu, tam da o dönemde yayımlanan Kuzey kökenli birçok televizyon dizisi de iyice genişletti.

//php print_r ($fields); ?>
“Gereken tek şey,” dedi Flurya, “tek bir neslin yok edilmesi. Herhangi bir şeyin tek neslinin. Böceklerin, ağaçların, mikropların, bilim adamlarının, Fransızca konuşanların, herhangi bir şeyin. Önceki ve sonraki nesil arasındaki bağlantıyı koparırsan oyunu sonsuza kadar bitirirsin.”
Antilop ve Flurya

//php print_r ($fields); ?>
Connell fakir bir genç. Üstelik annesi hoşlandığı kadının, Marianne’in evinde çalışıyor. Connell’ın Marianne’le ilişkisi, Connell’ın kendi kendine koyduğu yasaklarla sınırlandırılmış durumda; çünkü Connell,–Y kuşağının asla izlemediği– olasılıkla ailesinin evinde rastladığı, soap-opera’lardan gördüğü kahramanlardan öğrendiklerini tekrarlıyor.
















