Arşivi

//php print_r ($fields); ?>
Kuşağım, yazdığı ne tür bir edebiyat eseri olursa olsun mekânın üzerine gitmekten, içine girmekten ve karakterlerini bu tanımlı boşluğun içerisinde bina etmekten hoşlanıyor. Romanda, öyküde ve şiirde onlarca kitapla sağlamasını yapabiliriz bunun. Bir adım daha öteye taşımak gerekirse, o sözünü ettiğim “mekânın” bir biçimde eve indirgendiğini iddia etmek boşa olmayacaktır.

//php print_r ($fields); ?>
Kader Hep Erken Zaman Hep Geç ismiyle okuyucuya ulaştı Yılmaz Daşcıoğlu’nun Şule Yayınları arasında çıkan Cahit Zarifoğlu’nun Şiiri kitabı.

//php print_r ($fields); ?>
İlk romanın ne olduğu Türkiye’de hayli tartışılmış bir konu. Bugün bile o tartışma devam ediyor. Gelen kabul, ilk “Türk romanının” Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ı olduğu. Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ın tefrikası 1871, kitap halinde yayımlanışı ise 1875. Oysa, ilk “Türkçe roman” dediğimizde Vartan Paşa’nın Ermeni harfleriyle Türkçe olarak yazdığı Akabi Hikâyesi’ni (1851) görüyoruz.

//php print_r ($fields); ?>
Performans sanatının yaşayan en büyük isimlerinden Marina Abramovic, bu yılın başında Türkiye’deki ilk retrospektif sergisiyle Sabancı Müzesi’ndeydi. Sonra Covid-19 salgını başladı ve sergi belirsiz bir tarihe kadar kapandı. Sergiye paralel olarak mart ayında, sanatçının 2016’da yazdığı otobiyografisi Duvarlardan Geçmek Türkçede yayımlandı.

//php print_r ($fields); ?>
Bir öykü kitaplığında bulunması gereken önemli kitaplardan biri de Can Yayınları’ndan çıkan Dino Buzzati’nin (1906- 1972) Colombre’sidir. Dino Buzzati özellikle muhteşem eseri Tatar Çölü ile bilinir. Ama onun yeteneği öykülerinde daha da açığa çıkar. O. Henry, Edgar Allan Poe, Franz Kafka çizgisindeki öyküleri; modern öykünün en iyi örnekleri arasındadır.

//php print_r ($fields); ?>
Haykırmayacaklar. Şenlik olmayacak. Annemi üzmeyecekler.

//php print_r ($fields); ?>
Beş yaşında mürekkebine şeker katıldı ta ki anlatsın

//php print_r ($fields); ?>
Çağdaş edebiyatın büyük ustası Vladimir Nabokov, “Çeviri Sorunları: İngilizcede Onegin” başlıklı bir makalesinde, çeviri metinlerin tanıtımlarında rastlanan “su gibi akıp gidiyor” ifadesinin onu ne kadar hiddetlendirdiğini anlatıyor.
