Eleştiri Arşivi

Eleştiri // En çok okunanlar
//php print_r ($fields); ?>
Güzel bir cümleyle başlayan bir yazı, güzel bir hit'le uçuşa geçiren bir müzik albümü her zaman güzel devam etmeyebiliyor. Karin Tidbeck'in Zeplin adlı, Aylak Kitap tarafından yayımlanan öykü kitabı ise ilk öyküden itibaren dur durak bilmeyen bir akıntıya katıyor bizleri. İsveç'in bağrı Stockholm'den kopup gelen öyküler yepyeni bir bilimkurgu fantastik âleminin kapılarını aralıyor.

//php print_r ($fields); ?>
Gülse Birsel’in yazın başında yayımlanan kitabı “Yazlık”ın arka kapağını okuduğumuzda bize sunulan manzara insanın iştahını kabartıyor. “Sakin, gevşek, neşeli” sözleriyle tarif edilen bu kitabı, bir kumsalda, şezlonga uzanmış, karpuz yerken okuduğumuzu hayal ediyoruz. Kitap, Gülse Birsel’in gazete yazılarından derlenmiş, yeni bölümlerle zenginleştirilmiş, derli toplu bir hale getirilmiş.

//php print_r ($fields); ?>
İnsan aşk ile yüzleşmeye başladığında, bazen sevgili sadece konsantrasyonu bozar. Sevgili, aşkın cisim kısmını temsil ederken; seven kişinin aşk hakkındaki düşüncesizliği ise zayıflığın, belki de zayıf görünmeyi tercihin önünü açıp aşka geniş bir hüzün ve sıkıntı alanı yaratacaktır. Bu hüzün ve sıkıntı alanı genellikle kamuya kapalıdır.

//php print_r ($fields); ?>
Bir kadın olarak gelmiş bulunduğum gezegende, türümün türlü kırıklığıyla hallihamur oldum. Kadınlık uzun bir yol, zemini engebeli, takılıp tökezlenecek taşı, yuvarlanacak şarampolü bol. Lakin kadınlığın virajlı yollarında, uzakta, ufukta bazen, bazen tam şurada, burnumun dibinde erkek kırıklıklarıyla da kesişti yolum. Ne zaman bir tanesini görsem bastım frene, lastikleri yaktım ama durdum.

//php print_r ($fields); ?>
Anneannesinin Ermeni olduğu gerçeğini yıllar sonra öğrenen avukat Fethiye Çetin, bu gerçek yaşam öyküsü üzerine kurduğu anlatısı Anneannem’de, anneannesi Seher’in –asıl adıyla Heranuş’un- torunlarına anlattığı bir Ermeni masalını aktarır.

//php print_r ($fields); ?>
18. yüzyılda, onbin yıllık tarım toplumunun son fertlerinden biri olarak, ağzınızda bir saman çöpü, yeni ortaya çıkan küçük sanayi imalathanelerine bakıp bunların birçok şeyi değiştirecek gelişmeler olduğunu düşündüğünüzü hayal edin. (Birçok şeyi mi? Her şeyi!)

//php print_r ($fields); ?>
Dizi aleminde işin buralara gelmesini bekliyorduk. 'Gerçek' insanların, olası hayat hikayelerine dair tüm güzellemeleri, dramatizasyonları ve trajedi versiyonlarını izledik. Hatta o kadar çok izledik ki, dizi yazarlarının zihinlerimizi okuma kabiliyetlerinin ötesine geçti biz izleyicilerin onların yapabileceklerinin sınırlarını anlama kapasitemiz... Sıkıldık mı? Eh haliyle...

//php print_r ($fields); ?>
Bazı kelimelerin algılanışı kişiden kişiye farklılık gösterebiliyor. Kültürel çeşitlilik, dini inanış, farklı yaşam tarzları, bu algısal değişikliğin oluşmasını sağlayan en önemli etkenler. Andrej Nikolaidis'in romanına isim olarak seçtiği kelime de bunlardan biri: Kıyamet.

//php print_r ($fields); ?>
On dokuzuncu yüzyılın Avrupalı seyyahlarından Théophile Gautier’nin, Constantinople adlı eserinde, şehirde karşılaştığı hayal sahnesini ve kahkahadan kırılan, aralarında çocukların da olduğu izleyenleri şöyle anlattığını aktarır Irvin Schick: “Cinsel taşkınlığın ve müstehcen tahayyülün utanmazlığının haddi hesabı yoktu.” Gautier’nin gözlemleri, sadece Viktoryen ahlakçılığını deği

//php print_r ($fields); ?>
Peşin peşin söyleyelim. Üzüntü, Muz Kabuğu ve J. D. Salinger’ın sonunda Salinger ölüyor. Katil Holden Caulfield çıkıyor ama mahkemece özgür bırakılıyor. Bir de gerçek suçlular var: Naziler, editörler, kuş gözlemcileri (yani amatör okurlar) ve teneke kulaklı soylular (yani profesyonel okur olan eleştirmenler).
