

Kuşlar Yasına Gider’in anlatıcısı bir oğul. Tüm çocuklar gibi babasının hikayelerini merak eden, ellili yaşlarında bir oğul. Hepimiz gibi bir baba hikayeleri toplayıcısı esasında o da. Babayla, baba otoritesiyle “meselesi” olan roman kahramanlarından birisi değil ama. Sakin, beklemeyi iyi bilen bir hikaye toplayıcısı. Kocayan ağacın nedense hâlâ serpilmemişlerine, narin meyvelerine doymaksızın saldırmayan, gölgesinde büyüdüğü o ağaca güven duymayı öğrenmiş, şanslı çocuklardan. Yalnızca toprağa bırakılan olgun hikayeleri alıp şükranla bohçasına atan, duyduğu her lokmanın hakkını veren bir çocuk.
Hikayelerin toparlanışındaki bu dinginlik kadar, bohçada birikenleri böylesine sessiz, bağırıp çağırmadan anlatabilmek de bir parça sihir işi. Bu sihir hali oğlun babaya duyabildiği derin ve yumuşak, yine de her baba-oğul ilişkisine bir parça musallat, o ölçülü sevme halinden ileri geliyor biraz da: “Ne diyeceğimi bilemeden, usulca yutkundum. İçimden kalkıp babama sarılmak geçti aslında ama yapamadım bunu, baktım sadece. O da bana baktı gözlerini hiç kırpmadan. O an, birbirimize bakışlarımızla sarıldık sanki.”
Kuşlar Yasına Gider, Toptaş’ın gerçekle düş arasında dolaştığı romanlarından birisi değil; aksine, kurmaca evrenin gündelik gerçekliğe belki de en çok yaklaştığı romanı. Buna rağmen yukarıda bahsi geçen, bakışlarla, sözünü etmeden yapıp etme halinin romanda önemli bir yer kapladığı söylenebilir. Kurmaca zamanının daha çok düşlerden örüldüğü Toptaş’ın o aşina olduğumuz gezgin evreni burada da bir ölçüde kendini hissettirmiş. Toptaş, düş mekanlarından uzak durmayı tercih ettiği bir romanda dahi gerçeklik-dışı kimi unsurları akışa yön veren “leitmotifler” olarak kullanmış. Yine de bu tercih kitabın akıcılığını sekteye uğratamamış. İster düşsel olsun ister gerçeklik zemininde, zaten bilgece yerli yerine işlenmiş öğelerin gücü anlatının sonuna gelindiğinde zirveye çıkıyor. Toptaş karşılıksız sevginin, dikey ilişkilerin sızamadığı birlikteliklerin ve iyiliğin romanını yazmış oluyor. Kısa süre önce verdiği röportajlardan birinde, yazar aksini beyan etmediği sürece hiçbir romanın otobiyografik olamayacağını söylüyordu Hasan Ali Toptaş. Kendini sıklıkla tekrar edecek, haliyle sevimsiz bir konu olsa, Toptaş’ın roman kahramanıyla arasındaki benzerlikler (toplu konutlarda yaşamak, memleket, türkü tutkusu, hatta anlatıcının kitapta, Toptaş’ın söyleşilerde anlatıcıyla yazarın farklı kişiler olmasına yaptığı vurgu gibi) otobiyografik bir okumanın önünü açabilir. Bu benzerliklere kapılmak romanın Toptaş’ın yaşam öyküsü olarak okunmasına yol açmamalı, buna şüphe yok. Yine de ben Toptaş’ın, Tristram Shandy’i de en yukarılara koyduğu “ödünç vermek istemediği kitaplar” listesini, Kuşlar Yasında Gider’in anlatıcısının Tristram Shandy’nin üçüncü baskısının peşinde düştüğü sıralarda yaptığını hayal etmekten kendimi alıkoyamıyorum.
Görsel: Tolga Tarhan
Yeni yorum gönder