

Oscar ödüllü yönetmen Neil Jordan, film kariyerine atılmadan önce anlatı sanatıyla uğraşan tüm genç İrlandalılar gibi kendine bir edebiyat kariyeri çizmek istiyordu. Bir röportajında, “İrlandalıların o zamanlar edebiyattan başka bir şey yapmasına izin verilmiyordu,” diyen Jordan’ın 1976’da çıkan ilk öykü kitabı Nights in Tunisia (Tunus Geceleri) ile Guardian Kurgu Ödülü’nü alışından bu yana beş romanı yayımlandı. 32 yıllık film kariyerinde, kendi yazmadığı halde yönettiği yalnızca üç film bulunmasından da anlaşılacağı gibi Jordan, film yönetmenliğine bir çeşit “yazarlık kariyeri” gibi yaklaşıyor.
Yanılgı, birbirine tıpatıp benzeyen iki kişinin yaşam öykülerinin önce kesişmesi, sonra birbirine geçmesini konu alıyor. Dublin’in fakir kesiminde yaşayan Kevin ile zengin bir ailenin oğlu olan Gerry’nin öyküsü elli yıla yakın bir süreye yayılıyor. Bram Stoker’in yaşadığı eve komşu bir binada pansiyon işleten annesi ve bahisçi babasıyla yaşayan Kevin, tıpatıp benzediği Gerry ile karıştırıldığı için bir otobüsten atılıyor, bir atari salonundan kovuluyor, Gerry’nin borçlu olduğu bir çocuktan dayak yiyor, tanımadığı kızların ilgisine mazhar oluyor. Birbirini takip eden bu tuhaf olaylar sonucunda varlığından haberdar olduğu bu “zengin oğlan”la ilk karşılaşmalarında Gerry’yi bir kavgadan kurtarıyor. İlk cinsel deneyimini kendisini Gerry sanan kızlardan biriyle yaşıyor. Kevin, Gerry’nin ölümüne dek “onun günahlarını onun yerine işliyor.” Roman, sonlarına dek bu benzerliğin sırrını ele vermeyerek tansiyonu hep yüksek tutuyor fakat işin içyüzü açıklandığında eldeki gotik malzemenin tatminkar biçimde kullanılmadığı duygusuna kapılıyoruz. Neyse ki Jordan tekinsiz atmosferi dramatik yapı el verdiğince muhafaza etmesini bilmiş.
Romanın sonunda gizlerin açıklanış biçimi okurun tadını kaçırmasın, Yanılgı, karakterler ve zamana yayılan olaylar arasında kurulan incelikli bağlantılarla dolu. Örneğin, Kevin’in annesinin işlettiği pansiyonda yaşayan Saatçi Tommy’nin odasını dolduran her türden irili ufaklı saat ile bir zamanlar Bram Stoker’in yaşadığı evde yaşayan, Kevin’ın vampir dediği, bizim, mahallenin pedofili olduğunu anladığımız gizemli komşu, zamanın akışı ve sonsuz ceza üzerine düşünmeye davet ediyor. “Vampir” komşu, önce motivasyonu belli olmayan, havada yüzen, yersiz bir karakter gibi çarpıyor göze, sonra kritik bir anda, çok şiddetli bir pasajda Vampir’in Kevin’in ruhunun bir parçasını temsil ettiğini anlıyoruz. Gerry’nin metresinin kesik gırtlağından aralıklarla fışkıran kan Kevin’in ağzını önce iyi cins şarap tadıyla sonra kan tadıyla dolduruyor. Kevin’in ergenliğinde Gerry’ye öykünmesini, ister istemez adım adım kıskançlıkla onu izlemesini ve kendi gerçekliğinden kuşkuya düşecek kadar Gerry adını sahiplenmesini, bir vampir gibi benzerinin ruhundan beslenmenin yarattığı suçluluk duygusunu yine detaylarda buluyoruz.
Doppelganger motifi
Çok yönlü bir anlatıcı olan Jordan’ın dünyasında sıçka işlenen temalar, ya da ilk bakışta fark edilen ilham kaynakları arasında peri masallarının karanlık tarafı, mitolojiler ve ortaçağ, yanlışlıkla olduğundan başka biri sanılan karakterler ve gotik canavarlar bulunuyor. The Company of Wolves filmiyle kurt adam mitinin, Vampirle Görüşme ve Byzantium: Bir Vampirin Hikâyesi filmleriyle vampirin keşfedilmemiş olanaklarını araştıran Jordan, doğaüstü ve fantastik öğeleri tür temayülleri içinde değerlendirmek yerine özellikle doğaüstünün metaforik tarafını vurgulamak istiyor. Romantizm akımının en sevdiği anlatı araçlarından olan doppelganger figüründen faydalandığı Yanılgı da bu açıdan bir istisna oluşturmuyor.
Doppelganger, Poe’nun “William Wilson”unda şeytani ikiz olarak sahne alır; Dostoyevski’nin Öteki Ben’inde memur Golyadkin’in sahip olmadığı tüm olumlu özelliklere sahip olan, benliğinin gerçekleşmemiş yarısı rolünde ortaya çıkar; Saramago’nun Kopyalanmış Adam’ında insanın içinde barındırdığı olasılıkların hepsinin birden gerçekleşemeyeceği vurgulanır. Doppelganger öyküleri her durumda benliğin biricik olduğu, her insanın kendine özgü, orijinal ve benzersiz olduğu önkabulünü, zihnin bütünlüklü ve ayrışmaz bir yapı olduğu düşüncesini sorgulatır. Ya da örneğin Dr. Jekyll ve Bay Hyde’da, rasyonalizmin tüm bu varsayımlarına ve toplumsal kabul görmeyen karanlık itkileri insan tanımının dışında bırakmasına romantik bir tepki olarak okunabilir doppelganger motifi.
Freudcu bir analizde, ego ile id arasındaki hâkimiyet çatışmasının allegorisi olarak da göreve çağırılabilir bu tekinsiz araç. Nitekim Yanılgı’da, çıktığı kızları bir daha aramayan Gerry ile kendisini Gerry sanan aynı kızların romantik ihtiyaçlarını karşılayan Kevin, otobüs yolculuklarını beleşe getiren, atari salonlarında hile ile oyun kazanan, kabadayılara borçlanan Gerry ile tüm bu günahları işlemediği halde sonuçlarına katlanan Kevin birbirlerinden (fiziki görünümleriyle değil) hayatta yaptıkları seçimlerle ayrılırlar. Davranışlarının sonuçlarına karşı kayıtsız hareket eden id rolünde Gerry ve id ile hakikat arasında gerçekçi bir ilişki kurmaya çabalayan ego rolünde Kevin.
Çok bilinen bir dramatik kurala göre, kişi doppelganger’i ile aynı dünyada var olamaz. Birbirleriyle karşılaştıklarında evrenin dengesini bozarlar; dengeyi yeniden tesis etmek için birinin ölmesi/yok olması gerekir. Alfred de Musset’nin “Kasım Gecesi” şiirinin sonunda, kahramanın doppelganger’i çarpık bir gülümsemeyle benzerinin mezarı başında muzafferane oturur. Doppelganger’in zaferi, Yanılgı’da eğer bir zaferse buruk bir zaferdir. Kevin’ın Yanılgı’nın açılış sahnesinde Gerry’nin cenazesini uzaktan takip ederken kendisini eksik hissetmeye başladığını anlarız. “Ben onun kayıp ruhu, öteki beni, son keretede hayaletiydim.” Yanılgı böylelikle, benliğin öbür yarısı, vermediğin tüm kararlar, öpmediğin kızlar da seni sen yapar, diyor, seçmediğin hayat da senindir.
* Görsel: Meltem Şahin
Yeni yorum gönder