

Bir şehri şehir yapan nedir; kuruluşundan bugüne kalanlar mı, yoksa yalnızca içimizde yaşattıkları mı? Bugün yaşadığımız evin bile kendi çocuğumuzun göreceği kadar yıkılmadan kalacağından emin olamadığımız, en sevdiğimiz sinemada birlikte film izleyemeyeceğimizin hüznünü yaşadığımız kentlerde nefes almaya çalışırken… Belki de bu hakkı ya da şansı çoktan kaybetmiş bir şehrin insanlarının kaleminden yazılmış bir kitap Şafak Uykusundaki Kent: Harput. Gelip geçenlerin bıraktıkları kalem izlerinden, seyahatnamelerden, belgelerden toparlanmış... Bir başka deyişle, Harput’un birkaç bin yıla uzanan geçmişi, bir zamanlar yolu kentten geçenlerin satırlarıyla biraz daha yakına çekilmiş bu kitapla.
Günümüzde Elazığ yakınlarında, adeta bir açık hava müzesi gibi uzanan Harput, Arap masallarında tasvir edilen Doğu kentlerinin bir örneği kabul ediliyor. Kitabı kaleme alan Necdet Sakoğlu’na göre ise Harput’u, Anadolu’daki yaşıtı diğer kentlerden farklı kılan şey, yazgı; batmaması gereken bir dönemde çöküşü ve bu sürecin, zengin bir kültür ortamının da yitirilmesine yol açması. “Harput’un silkinip ayağa kalkması artık çok zor,” diyor Sakoğlu. Ama yine de Harput’un, 20. yüzyıl başındaki manzarasına kavuşması Harputseverlerin umudu olmalıdır, diye de ekliyor.
Bir serap gibi
Zamanında Katip Çelebi’nin de, Evliya Çelebi’nin de yolu düşmüş Harput’a. O zamanlarda tüm azametiyle yerinde duran kaleyi Evliya Çelebi şöyle aktarmış mesela: “Harput Kalesi’nin şekli, iç kalesi gölere ser çekmiş bir acayip ve garip yalçin kaya üzerinde uzunlamasına dörtgen, taştan yapılma sağlam bir kaledir. Kale içinde bin kadar, temiz toprakla örtülü hanlere ve bir minareli eski bir cami vardır.” O sağlam kalenin şimdilerde kaderine terk edildiğini öğreniyoruz. Harput girişinde kaleden kalan tek bir burç ve üzerinde kendine yer bulmuş birbirine yaslı Harput evleri, taş duvarları üzerindeki ahşap çıkmalarıyla dönemin efsane yapılarından kalan birkaç parça yalnızca…
Evliya Çelebi’nin notlarında ise Harput, kamusal düzeni oturmuş, hanlar hamamlar, mektep ve medreseler, diyar diyar gezen tüccarların uğradığı konakevlerini de barındıran bir kent olarak yer alıyor. Dükkanları donanımlı, şirin bir saraçhanesi bulunan, dokuyucuları hünerli, beyaz ekmeği-çöreği güzel, şahane elmaların bulunduğu dolu dolu bir şehir yatıyor satırlarında… Bunları okuyunca, Harput’tan kalanlara hayıflananları çok daha iyi anlıyoruz. Harput hakkında en çok hayıflanılan şeylerden biri ise, çoğu yerlinin ABD’ye yerleşip bir daha geri dönmemesi; Elazığ’ın kuruluşundan önce yoğun bir nüfusa sahip olan Harput’un sonraları nüfusu bir hayli azalmış.
Tüm bunlarla Harput, insanın gözünün önüne bir serap gibi dikiliyor. Ve sonra biraz araştırdığınızda bunlardan geriye hemen hiçbir şeyin kalmadığı çıkıyor ortaya. İşte tam da bu yüzden bir serap. Her gün bir parçasını kaybettiğimiz büyükşehirler adına, geçmişten gelen bir masal.
Keyifle okudum , tebrikler ve teşekkürler.
Yeni yorum gönder