Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bir yakarış için davet



Toplam oy: 1901
A. M. Homes
Sel Yayıncılık
A.M. Homes, paylaşılamayacağı yanılgısıyla çoğalttığımız yalnızlığımızı, bildiğimiz sosyal yargıları alaşağı ederek, yaşama cesaretine dönüştüren bireylerin dünyasına çağırıyor bu metinde.

Kendi yaşam alanlarımızın ne kadar bize has ve tam da bu nedenle ne kadar korunaklı olduğunu düşünsek de, dışımızda kalan dünyanın son sözü söylediği anlar, bir felaket de olabiliyor çoğu zaman…

 

A.M. Homes, bütün perdeleri ve ışıkları açık, büyük bir Amerikan evini herhangi bir pornografik tuzağa düşmeden sadece gerçekliğini kopya ederek, okuyucunun kendini metnin parçası olarak algılayacağı, sarsıcı bir kurgu yaratıyor. Bizi Bağışla adlı roman, bir coğrafyanın bolluğun, tüketimin ve geçmiş tecrübelerin gölgesinde, içinde savrulup durduğu hasta ruh halinin de “büyük resmi” aynı zamanda…

 

“Bizi bağışla,” bu bir efsun, bir yakarış, bu işten öyle ya da böyle canlı çıkmaya dair umudum. Hiç ‘bütün bunları bile bile yapıyorum, her şeyin içine ediyorum ve sebebini bilmiyorum’ diye düşündüğünüz oldu mu?

 

Anlatıcının, okuyucuyu derdine ortak etmeye kararlı ve paylaşacak tuhaf bir hikayesi olduğunu müjdeleyen davetidir karşımıza çıkan. Kitabın başkahramanı Harold Silver, üniversitede Nixon dönemi uzmanı bir tarih hocasıdır. Onunla ilgili bizi ilk karşılayan şey, kalabalık Şükran Günü yemeği sonrası, erkek kardeşi George’un eşi Jane’in beklenmedik ve korkutucu bir biçimde Harold’a abanıp onu şehvetle öptüğü andır. Bu, metnin “yazgısallık” ile de hesaplaştığı tüm meselesinin pimini çeken büyük andır. Hikaye bundan sonra Harold’ın, çocukluğundan yetişkinliğe erişinceye değin, kardeşi George ile olan gerilimli ve trajik ilişkisinin peşinden sürüklediği beklenilmedik olaylarla gelişmeye başlar.

 

Metnin anlatıcısı rolünü üstlenen Harold Silver, dünyayı çağırmaktan uzun süre önce vazgeçen, söylemlerin, düş pazarlarının ve gündeliğin uğultusu içinde kendine kapanan bir yaşamın (işin, evliliğin, alışkanlıkların) resmi gibidir. Onun evcilliğini savuracak, orta sınıf hayatın kazançlarıyla suskunlaşan iradesini canlandıracak ve başka hayatlara dokunmasını sağlayacak olan şey, kardeşi George’un –kendisine hava kattığına inandığı- öfke nöbetlerinden birinde, başına gelen bir dizi felaket olacaktır. Hikaye bu çatışma anlarıyla başka durumlara evrilir.

 

Homes, ilk çatışma anına kadar bir anti kahraman, bir bozguncu gibi görünen Harold’ı, aslında George’un mizacını harita gibi kullanarak gösterir bize. Onun hırçın, kibirli ve plastik tavırları başka bir şeyi işaretler. Başka deyişle George’da olmayan şeyler, olaylar geliştikçe Harold’a olacak şeylerin habercisidir adeta. Üst üste yaşanan felaketlerin ardından bir rehabilitasyon merkezine yatırılan George’un hayatı, deliliğinin gölgesinde Harold’a kalır. Bu, metindeki ikinci çatışma anıdır ki, yaşanan felaketlerin onun hayatında ne tür bir karara sebebiyet vereceğinin sezgisine okuyucu vâkıf olacaktır en azından.  

 

Modern bir tragedya

 

 

Bizi Bağışla, orta sınıf değerlerinin iki yüzlülükle astarlanmış, her şeyi tarihselleştirerek -Şükran Günü yemekleriyle, büyük porsiyon hamburgerleri ve kremşantili dev dondurma kapları yanında plazma televizyonlarıyla- nesneleştiren seçeneksizliğine karşı, kartlarını açık oynayan modern bir tragedya. Meselesi ahlaki olmakla birlikte zamanı kuşatan efsunun hafifliğinden sıyrılıp, bir eylem fikri edinme, yapıp ettiklerimizin yahut da orada olup eyleyemediklerimizin sorumluluğunu alma bilgisinin sarsıcı bir manifestosu niteliğinde aynı zamanda.

 

A.M.Homes, metnin kurgusu içinde bir karakter olarak, ABD’nin otuz yedinci başkanı Richard Nixon’ı latifeden çok, Harold’ın eksik kalan baba rolünü ikame ettirdiği figür olarak okuyucunun karşısına çıkarıyor. Nixon’ın dış politikadaki başarısı, sözgelimi Çin ile diplomatik ilişkileri yeniden başlatması, Amerika’nın büyük ve kapalı bir aile olarak dış uyarıcılara karşı başarıyla kollanmasına atıfta bulunurken, aynı başarıyı iç politikada gösterememesi üzerinden, içten içe dağılan büyük Amerikan ailesine gönderme de barındırıyor.

 

Metin, Amerikan toplumunun “dışarıdaki düşman” paranoyasını ya da manik atak ruh halini güçlü bir bağımlılık döngüsü ile tekrarlar. Satırların arasında Valium, Prozac, Oksikodan, Diasepam gibi ilaçların adı mütemadiyen zikredilir. Üstelik bir yaş aralığı olmaksızın. Bu durumu, baş döndürücü bir şehvetle sanal seks ve abartılı yemek tabaklarının nümayişi tamamlar. Amerika, tıpkı onu birleştiren ve yücelten aileleri gibi hastalıklı bir rüyadır. Hem ayrıca fakir çocukların bir eksiklik sanrısında kaybolduğu buğulu bir vitrindir de. 

 

Bizi Bağışla, kaygı ve hastalık semptomlarını toplumsal demansın figürleriyle daha da hissedilir hale getirir. Harold’ın annesi, teyzesi Lillian, kız arkadaşı Amanda’nın annesi ile babası geçmiş, bugün ve gelecek arasında bağların giderek çoraklaştığı anonim paylaşımların en zayıf halkalarıdırlar. Gerçeğe aldırmadan kendi dillerinin olanakları içerisinde çocuksu bir oyun oynarlar. Bu sebeple yaşam bitmeyen bir oyalanmadır onlar için.

 

Okuma pratiği açısından kurgu bize farklı imkânlar sağlıyor. Tüm hikayeyi, okuyucuyu tarafgirliğe mecbur kılmadan tespitlerinden takip ettiğimiz Harold’ın, zaman zaman tıpkı tragedyanın doğasındaki gibi dönüp okuyucuya hitap etmesi, bir anlamda bizleri de metnin gücü konusunda sorumlu kılıyor. Öte yandan nicelik olarak yılgınlık yaratabilecek bir hacme sahip olan roman, kullandığı emprovize dil ile bu endişeyi ortadan kaldırıyor.

 

A.M. Homes, paylaşılamayacağı yanılgısıyla çoğalttığımız yalnızlığımızı, bildiğimiz sosyal yargıları alaşağı ederek, yaşama cesaretine dönüştüren bireylerin dünyasına çağırıyor bu metinde. Bizi aynılaştıran ve parlak ekranların biçimlendirdiği kof alışkanlıkların yerine, evrensel değerlerle başka şeyler söyleyebilme fırsatlarını hatırlatıyor. Harold ve diğerlerini umut etmekten vazgeçmedikleri, sorumluluğun bizi özgürleştirdiği bir dünyaya yaklaşmaya cüret ettikleri için sahici kılıyor. Bizi Bağışla, Yasemin Karalı’nın titiz çevirisiyle, farklı kişisel deneyimleri mümkün kılan zengin ve güçlü bir metin.

 


 

* Görsel: Julien Pacaud

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.