

Japon bir ailenin çocuğu olarak -1954 yılında Japonya’nın Nagasaki şehrinde- dünyaya gelen Kazuo Ishiguro, günümüz İngiliz edebiyatının en önemli isimleri arasında sayılıyor. Pek çok dile çevrilen romanlarının yanı sıra kısa hikayeleri, senaryoları, senaryo ve romanlarından uyarlanan sinema filmleriyle, o dünya çapında tanınan bir yazar. Türkiye'de de karşılığını bulmuş, romanlarının önemli bir kısmı edebiyatseverlerle buluşmuştu. Yeni edisyonunda Öksüzlüğümüz adını alan When We Were Orphans da bu romanlar arasındaydı; İngiltere'de ilk baskısını 2000 yılında yapan kitap, 2002 yılında Çocukluğumu Ararken adıyla Türkçeleştirilmişti.
Kazuo Ishiguro'nun edebiyat kariyeri -üç kısa hikaye ile- 1981’de, kariyerinin ödüllerle dolu yükselişi de ilk romanı Uzak Tepeler’in yayımlanması ile -1982'de- başladı. 1983 yılında, henüz İngiliz vatandaşlığına kabul edilmemişken, aralarında Martin Amis, Ian McEwan, Salman Rushdie, Julian Barnes, Graham Swift, Rose Tremain ve Pat Barker gibi isimlerin bulunduğu en iyi genç İngiliz yazarlar listesine dahil edilen, 1995’te edebiyata katkıları dolayısıyla İngiliz hükümeti tarafından "Britanya İmparatorluk Nişanı", 1998’de Fransa hükümeti tarafından "Sanat ve Edebiyat Şövalyesi Nişanı" ile ödüllendirilen Kazuo Ishiguro, 2008 yılında "1945'ten sonra eser veren en iyi 50 İngiliz yazar" arasında gösterilmişti.
Savaşın Ortasında
Diğer romanlarındaki temaları barındırmakla birlikte, hikaye açısından biraz daha "hafif" diyebileceğimiz Öksüzlüğümüz’de yıllar önce yitirdiği ailesinin izini süren ünlü bir İngiliz dedektifinin macerasını anlatıyor Ishiguro.
Romanın kahramanı ve anlatıcısı Christopher Banks, üniversiteyi yeni bitirmiş genç bir adam olarak karşımıza çıkıyor. 1930 yılında başlıyor anlatmaya, anlatmaktan ziyade hatırlamaya... Hafızası tıpkı matruşka bebebekler gibi, kutucuk kutucuk açılıyor ve okuyucu olarak bizler farkına varmadan, bir zaman sarmalında buluyoruz kendimizi. Böylece çok daha gerilere, 1900'lü yılların başlarına kadar uzanıyor; Japon arkadaşı Akira ile "dedektifçilik" oynayarak geçirdiği çocukluk yıllarını, dokuz yaşındayken -kelimenin gerçek anlamıyla- kaybettiği ailesini, Şanghay'day ayrılıp teyzesinin evine yerleşmesini, İngiltere'ye uyum sağlama gayretini, lise ve üniversite döneminde neler yaşadığını öğreniyoruz. Ve elbette, "İnce yapılı, hatta orman cini gibi ufacık, koyu renk saçları omuz hizasında bir kadın," olan Bayan Sarah Hemmings ile karşılaştığını....
Zaman ilerler. Christopher Banks en nihayetinde hedefine ulaşmış, çözdüğü cinayetlerle büyük ün kazanmıştır. Ancak anne ve babasının akıbeti hiç aklından çıkmaz. Sürekli olarak çocukluk günleri, o günlere dair sisli anı parçacıkları dolaşır zihninde. Bu parçacıklarla ailesinin kayboluşu hakkında tutarlı bir hikaye kurgulamaya çalışan Banks, 1937 yılında Şanghay'a dönmeye ve gerçeği ortaya çıkarmaya karar verecek, Çin-Japon savaşının tedirginliği ve sıcak çatışmalarının şiddetiyle altüst olmuş Şanghay'a ayak basacaktır. Ailesinin, dolayısıyla kendisinin maruz kaldığı travmay ile dünyanın gidişatı arasında tuhaf bir bağ kurmuş, olayı çözümlediği takdirde medeniyeti yaklaşmakta olan felaketten kurtarabileceğine inanmıştır.
Araştırmaya koyulduğunda çocukluk anılarıyla kurguladığı hikayenin gerçekleri yansıtmadığı yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlar. Ancak ne ortaya çıkan yeni bulgular ne de sokaklara yayılan savaş Banks'ı yolundan döndürebilir. Öyle ki, hayatının aşkını elinden kaçırmayı bile göze alacak ve yıllar öncesinin acı olaylarını aydınlatmayı başaracaktır. Aradığını bulmuş ama çocukluğu bir daha geri gelmemek üzere yitirmiştir....
Bellek ve algı
Arka planına Çin-İngiltere ilişkileri, afyon ticareti, Çin-Japon savaşı ve Çin’deki siyasi çalkantıların yerleştirildiği bir roman için kolaylıkla "tarihsel" nitelemesi yapılabilir. Ne var ki tarihin yanına bir dedektiflik, bir de aşk hikayesini ve masalsı bir anlatımı ekleyen Ishiguro herhangi bir türe bağlanmak niyetinde değil. Postmodern bir anlayışla, türleri kullanarak türlerin parodisini yapıyor. Özellikle polisiye türünü iğnelemiş. 1920'lerin Londra'sında pek çok saygın ve ünlü dedektif yaşaması, dedektiflere büyük değer verilmesi kuşkusuz ki tarihi bir gerçeklik değil. Ishiguro o yıllarda altın çağını yaşayan -gerçeklerle bağı kopuk- İngiliz polisiye edebiyatına ve o edebiyatın "saygın" dedektiflerine gönderme yapmış. İnceden dalgasını geçmiş. Neyse ki parodiyi tadında bırakıyor ve türlerden devşirdiği malzemeyi kendi romanının tematiğine dönüştürüyor. Dünyanın altüst olduğu, Uzakdoğu’da büyük acıların yaşandığı, dünyanın yeni bir savaşın arifesine geldiği bir dönemde İngiliz üst sınıflarının sürdürdüğü umarsızlık, Ishiguro’nun modern toplum eleştirisinin parçaları. Kazuo Ishiguro, Öksüzlüğümüz’de, "Dünya görüşünü apaçık sunmasa da, böylesi bir içerikle donanmış olmasa da, gizil bir yetkinlikte ve bütünlükte siyasal olanı veriyor.”
Ishiguro’nun bütün romanlarında geçmişe takılıp kalmış bir bellekle karşılaşırız. Gerçekleşmeyeceğini bildiğini sezdiren kırık bir hikaye aracılığıyla hayali bir tutarlılık, birleştirici bir kimlik arayışına giren yazar Öksüzlüğümüz’de de hatıraları ve hayalleri ile onları değerlendirişi arasında büyük bir uçurum olan Dedektif Christopher Banks üzerinden sürdürüyor arayışını. Roman kahramanının içinde bulunduğu ruh hali, Kazuo Ishiguro romanlarının arka planındaki anlayışın -kendi ifadesiyle "anlamların bastırılması" anlayışının- yansıması. Bu anlayış sonucudur ki roman kahramanları bir tür "bilip de bilmezlikten gelme," gerçekleri görmeme ya da kendini aldatma hali yaşıyorlar. Söz konusu hal, çağdaş bireyin ruh halinin Kazuo Ishiguro tarafından teşhiri anlamına geliyor.
Beğendiğim birçok özelliği, parlak bir üslubu, akıcı bir hikayesi olmasına rağmen, kurgudaki kopukluklar, neden-sonuç ilişkilerinin muğlaklığı, temaların ve karakterlerin derinleşmeden geçiştirilmesi, dramatik yapınının verdiği zorlanmışlık hissi nedeniyle Öksüzlüğümüz’ün şimdiye dek okuduğum en zayıf Kazuo Ishiguro romanı olduğunu söylemeliyim. Hayal kırıklığı yaratmıyor ama yazarın kariyeri açısından bir aşamayı da işaret etmiyor.
* Görsel: Erhan Cihangiroğlu
Çok haklısınız Ishiguro'nun diğer kitaplarına benzemiyor daha sade ama ben bunu da sevdim hatta blogumda da aynı bu şekilde yazmıştım geçen ay... Japon yazarlar tabii ki Ishiguro'da oldukça karmaşık yazıyorlar ve bir çok kişi de bu yüzden sevemiyor ben Öksüzlüğümüz gibi daha sade kitapları bu yazardan yeni başlayacaklara öneriyorum bu şekilde yazarın tarzına kolay bir geçiş olur düşüncesindeyim...
Yeni yorum gönder