Eleştiri Arşivi

Eleştiri // En çok okunanlar
//php print_r ($fields); ?>
Romanın hızla ve giderek kişiselleştirilmiş bir görünüme kavuştuğu bir dönemden geçiyoruz. Kurgu her ne kadar hikayelerin merkezinde yer alsa da, son yıllarda roman alanında yaratılan karakterlerin gerçek olma ihtimalinin yarattığı kışkırtıcılığın payını yok saymak mümkün değil.

//php print_r ($fields); ?>
Sherlock Holmes ve çırağı Mary Russell’ın Arıcının Çırağı’nda başlayan serüvenleri Kadınlar Alayı’nda devam ediyor.

//php print_r ($fields); ?>
Okuyucunun, ihtişamlı eserleriyle iz bırakan yazarların, başka yazarların da katkısıyla hepten "ihtişamlı" kılınan hayatlarını roman kurgusuyla okumaya bayıldığı bir gerçek. Özellikle de baş tacı edilen yazarların aşk hayatları söz konusuysa bu konuda kendine özgü bir edebi janrın kemikleşmiş olduğunu göz ardı etmemek gerekiyor.

//php print_r ($fields); ?>
Yakın tarihli kitaplarda, dili, ritim oluşturacak şekilde kullanmak ve yaşanmış bir hikayeyi kurguyla birleştirerek korkutucu bir atmosfer yaratmak popüler hale geldi. Türk yazarlarda bu durum, biçimci gelenekle ya da yapıbozum teknikleriyle kol kola ilerlerken, çeviri edebiyatta bu tekniklerin kullanımı biraz çiğ kalıyor gibi görünüyor.

//php print_r ($fields); ?>
Pozitif bilimlerin zaferinin şafağında sosyal bilimler meşruiyet zemininin ayaklarının altından kaydığını hissederek bağırıyordu: Bilimin işi açıklamaktır, bizim işimiz ise anlamak. Bilim moleküllere, frekanslara, izotoplara, DNA'lara bölerek bir gülün nasıl koktuğunu, o enstrümandan o yürek yakan sesin nasıl çıktığını, o çocuğun dedesine nasıl da benzediğini açıklamayı başarıyordu.

//php print_r ($fields); ?>
Temas ettiğimiz herkesin ve her şeyin birbirleriyle rastlantısal ilişkiler kurup bu kaotik rastlantısallık içinde aslında tek bir şey değil de, birçok şey ve hiçbir şey olduğu bir dünyada yaşamamıza rağmen, bu çokbilinmeyenli denklemi kabullenmek yerine, onu açıklamaya meyilliyiz.

//php print_r ($fields); ?>
İsmine ve öykülerine çeşitli edebiyat dergilerinden aşina olduğumuz Dilek Türker’in ilk kitabı Avucumda Çimen İzi, otobiyografik öğeler taşıdığı izlenimi bıraksa da yazarın, kurguyla yaşanmışlık dengesini gözettiği on altı öyküden oluşuyor. Türker’in öykülerindeki ikinci dengeli durum, baktığı geriye takılıp kalmaması.

//php print_r ($fields); ?>
“Gelecek öykülerin yazarı şu anda telaşlı bir sevinç içinde çalışmasına başlıyor.

//php print_r ($fields); ?>
20. yüzyılın en önemli toplumsal hareketlerinden sayılan ve hiç umulmadık sonuçlara yol açan İran Devrimi, 1979’dan itibaren sanatçıları, yazarları ve entelektüelleri öğüten bir mekanizma halini almıştı. Büyük suskunluk, baskı ve sansür İran’a dalga dalga yayılırken bunu kabullenmeyenler ülke dışına çıktı, cezaevine konuldu veya sürgüne gönderildi.

//php print_r ($fields); ?>
Artık her şey gerçek! Ölüm sarışın kafalara da eşit şekilde dağıtılıyor. Tüm duygusal yaklaşımlar, pişmanlıklar, imal edilen gerçeğe tosluyor. Artık çok geç. Yetişmenin, aşkın, dokunmanın, nefes almanın etrafı “ölüm tehlikesi” yazısıyla çevrildi. Hiç kimsenin geç kalmak gibi bir bahanesi kalmadı. Herkes kendi evinde, tam zamanında.















