Eleştiri Arşivi

Eleştiri // En çok okunanlar
//php print_r ($fields); ?>
Karl Ove Knausgaard, Kavgam’da, annesiyle babası boşandıktan sonra bir zamanlar ailece yaşadıkları evin annesinde kalmasının kararlaştırıldığını fakat annesi babasının hisselerini satın alacak parayı toplayana kadar babasının yılın belli bir bölümünü evde geçirmeyi sürdürdüğünü yazar.

//php print_r ($fields); ?>
Kuşağım, yazdığı ne tür bir edebiyat eseri olursa olsun mekânın üzerine gitmekten, içine girmekten ve karakterlerini bu tanımlı boşluğun içerisinde bina etmekten hoşlanıyor. Romanda, öyküde ve şiirde onlarca kitapla sağlamasını yapabiliriz bunun. Bir adım daha öteye taşımak gerekirse, o sözünü ettiğim “mekânın” bir biçimde eve indirgendiğini iddia etmek boşa olmayacaktır.

//php print_r ($fields); ?>
Hangimiz rahatsız değilsek bu hayattan, elbet bir umut vardır yarınlardan! Rahatsız isek vardır bir umut. Rahatsız olmuyor musunuz? O vakit umut neyinize gerek! İyiliğin bu denli bayağılaştırıldığı bir çağda, en saygın insanların bile itibar suikastlarıyla yalnızlaştırıldığı dünyada rahat kalmak mümkün mü? Bir de müdanasız delikanlıların terk ettiği dünyada kim bize adap-erkan öğretecek?

//php print_r ($fields); ?>
Sayısız eseri arasında galiba en çok Gömülü Çocuk, Vahşi Batı, Aç Sınıfın Laneti, Aşk Delisi oyunlarıyla tanıdığımız ve geçen yaz kaybettiğimiz Amerikalı yazar, aktör ve yönetmen Sam Shepard, ölümünden kısa bir süre önce son bir metin bıraktı bize.

//php print_r ($fields); ?>
John Le Carré –Türkçeye ilk kez çevrilen– Cinayetin Parıltısı romanını şu sözlerle tanımlıyor: "Acımasız ve aynı zamanda gülünç bir sosyal yaklaşımın gölgesinde kalmış, kusurlu bir polisiye roman." Bu açıklama, ilk basım yılı 1962 olan romanın arka sayfalarına 1989’da eklenen sonsözden. Bir romanın bitiminde bir “sonsöz”e rastlamak şaşırtıcı.

//php print_r ($fields); ?>
Bir edebi metni kaleme alırken daha önce hiç yazılmamış gibi davranma lüksümüz yok. Okuduğumuz, okumadığımız, açık veya gizli hayranlık duyduğumuz yahut hafife aldığımız, nefret ettiğimiz pek çok metin sayesinde veya onlara rağmen yazıyoruz kaleme aldıklarımızı. Zira boş kâğıda yazarken boş kafayla da yazarsak ortaya çıkan ürünün edebi kalitesinde ister istemez bir yavanlık bulunabilir.

//php print_r ($fields); ?>
Samuel Beckett, 13 Nisan 1906’da doğdu, 112 yıl önce… İlk romanı Sıradan Kadınlar Düşü’nü 1932 yılında yazmıştı, 86 yıl önce; Türkçede ancak 2013’te okuyabilmiştik...

//php print_r ($fields); ?>
Yaşar Nabi’nin yayımladığı ilk kitaptı Otuz Beş Yaş

//php print_r ($fields); ?>
Gündelik hayatta sık sık kullandığımız iki söz ediminin birbirlerine yakınlıkları da dikkat çeker: Söz vermek ile yemin etmek. Gerçi söz vermenin seküler, yemin etmenin ise kutsal olandan hareketle anlamlandırılabileceği ileri sürülebilir. Buna göre söz vermede kişi kendi itibarını pey sürmektedir. Sözünü tutamazsa itibarını yitirecektir.

//php print_r ($fields); ?>
Öyle romanlar vardır ki, etraflarına bir koza örercesine kendi “gerçeklik” efsanelerini yaratırlar. Sonrasında ne yaparsanız yapın bir daha o efsaneyi yıkamazsınız. İlk olarak 1954’te basılan ve bence William Golding’in aldığı Nobel’in esas sebebi olan Sineklerin Tanrısı da bu “gerçekten daha gerçek” olduğu kanısıyla sevilen ve hak ettiğinden daha çok okunan romanlardan biri.
