Eleştiri Arşivi

Eleştiri // En çok okunanlar
Sanat eserlerinde bilimin kurgulanması söz konusu olunca, akla ilk olarak değişen bilim ve teknoloji, zaman yolculuğundan uzay keşfine kadar birçok farklılığa işaret eden kavramlar geliyor. Tabii ki bu bilimkurgu gibi geniş alt alanlara sahip tür için oldukça kısıtlayıcı bir tanım.

Teklifinizle İlgilenmiyorum’da Başar Başarır’ın sivri kalemi, birbirinden fersah fersah uzakta duran, ismi de cismi de farklı karakterlerin iç seslerini dolduruyormuş gibi görünüyor ilk bakışta.

Başucu kitabım Kurtlarla Koşan Kadınlar’da Clarissa P. Estes, kadının ruhundaki iki farklı doğaya işaret eder; Mavisakal’ın bir “yok edici” olduğunu anlamaktan uzak “safdil” psişe ile sezgileri güçlü vahşi psişe. Aslında, der yazar, her kadının sezgisel gücü doğal olarak vardır. Ancak bazıları bu gücünün farkında değildir ve onu bastırmıştır.

Hayır, öyle bitmiyor. Yüzlerce sayfa süren kalp çarpıntısı, gelgit, kaçıp kovalamaca, Mr. Darcy'nin Elizabeth'e evlenme teklifi etmesiyle son buldu ve perde kapandı, son yazısı belirdi, kitabın arka kapağına ulaştık diye hikaye bitti sanıyoruz. Çok yanılıyoruz. Aslında devamı var, görmediğimiz odalarda, okumadığımız sayfalarda bir şeyler olmaya devam ediyor.

Konu darboğazından mı yoksa hâlâ söylenecek şeylerin varlığından mı bilinmez, dönem romanları birbiri ardına yayımlanıyor. Biraz kitap karıştıranlar artık bu romanlarda hiç olmazsa konuya daha farklı açılardan bir bakış görmek istiyor. Bunun örnekleri ise bir elin parmağını geçmiyor.

Geçtiğimiz sonbaharda Levent Cantek’le Sakarya’da denk gelmişiz, çorba içiyoruz, masada birkaç Ankaralı dost daha. Ankara’yı neden sevdiğimi anlatıyorum onlara. İstanbul’da doğmuş, büyümüş biri olarak yolum bir gün Ankara’ya düşmüş ve bir şey olmuş şehirle aramda, anlatması zor, çok sevmişim bozkırı, onun Turgut Uyar sarısını, bırakıp eve dönememişim.

Günümüzde şiirin okur kaybettiğine inanmadığım gibi, şiirin bir sıkışmışlık hali içinde olduğunu iddia eden ediplerin de, asıl kendilerinin iki arada bir derede sıkışayazdığını düşünüyorum. Şiir okur kaybetmedi, çünkü (manzumeleri saymazsak) şiir okuru üç aşağı beş yukarı hep bu kadardı zaten; ihtiyati tarih sürecinde. Biz, karşıdan karşıya geçmeyi beceremiyorsak, suç kimde?

Şey nedir? Evet şey. Bir sözcük. Ben yazdım, siz okudunuz ve aklınızda bir imge belirdi. Eşya canlı üçüncü tür varlık ıslak beşinci boyut iğrenç tanıdık mavi korkunç kocaman boşluk zerre gaz toz bulut ağır. Hiçbir kısıtlaması yok şey olmanın. Tarif etmeniz de gerekmiyor.

Sanat teorisinin en temel ve kadim öğesi olan klasik Yansıtma Kuramı (Mimesis), sanatçının liyakatıyla gerçekliğin yansıtılması arasında doğru bir orantı kurar. Bu bağlamda, genel yanılgının aksine sanat yalnızca güzel, ideal ve iyi olanın estetiği kapsamında tezahür ettiğince sanat değildir.

Ömer Ayhan’ın ikinci romanı Şehrazat, The East (İranlı anneden doğma ABD’li yönetmen Batmanglij’nin 2013 yapımı) filmine atıfla “Her şey ya öldü ya da ölüyor” epigrafıyla başlıyor. Bir bölümde Sinema Delisi Kız karakteri, “Prenses Şehrazat Avrupalı olsa geldiği yer pekâlâ Venedik olabilirdi,” diyor.
