Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Allah'ın krallığı

Halil Hacımüftüoğlu
İletişim Yayınevi

Allah'ın bir kral olduğunu hiç düşündünüz mü? Allah'ın krallığı altında yaşadığımızı? Yoksa Tanrının krallığı kavramının sadece Yahudiliğe ve Hıristiyanlığa ait bir algılama biçimi olduğunu mu söylersiniz? Halil Hacımüftüoğlu, hayır diyor, “Allah'ın Krallığı” kavramının izinin İslamiyet’te de sürülebilir olduğunu belirtiyor. Hatta belirmekle de kalmayıp “Kral Tanrı-Allah'ın Krallığı” adı altında bir araştırma kitabıyla bu izi bizzat kendisi sürüyor. Bu oldukça ilgi çekici araştırmanın sayfaları arasında gezinirken öncelikle dini ezoterizm bağlamında ele alan, çoğu zaman ezoterizme sıkıştıran çalışmalar ve ortalama okurdan uzaktaki İslam ilahiyatı dışına pek çıkamayan din literatürünü düşünmeden edemedim. Araştırmacıların görüşlerine katılmak bir yana, açıkçası bu tür çalışmalara fena halde ihtiyacımız olduğunu sonda söyleyeceğime en baştan söylemek isterim. 

 

Hacımüftüoğlu’nun başlangıçta bize yabancı gelen tespitine göre İslam’da “Allah'ın Krallığı” algılamasının olması bir yana, Kuran’da ve İslam’da doğrudan veya dolaylı olarak bu algılama ile ilişkisi olmayan neredeyse hiçbir kavram yok. Ancak buna rağmen ilginç biçimde gereği gibi araştırılmamış ve işlenmemiş bir algılama biçimi olarak İslam’ın içinde duruyor. Üstelik en mühimi bu konu üzerinde yeterince durulduğu takdirde bugün henüz aydınlanmamış ve üzerinde tartışılan pek çok kavramı açıklığa kavuşturacak öneme sahip. Diğer bir deyişle, Allah'ın kral olarak algılandığının kabulü, İslamiyet’teki nice kafa karışıklığını çözmeye muktedir bir tür anahtar niteliğinde.

 

Yazarın çıkış noktası, İslamiyet’in doğduğu yıllardaki insan algısını, kültürünü, dilini, kısacası zihin yapısını çözümlemek ve günümüz insanıyla mukayese etmek. Bu mukayese önemli çünkü birbirinden farklı olmak bir yana neredeyse iki ayrı dünya gibi günümüz insanıyla, 1300 yıl öncenin insanı. Hz. Muhammed’in içine doğduğu toplum, sözlü kültüre sahip bir töre toplumu her şeyden önce. Dolayısıyla böyle bir toplumda evren ve toplum düzeni ile ilgili bilimsel bir inceleme, soruşturma, sorgulama ürünü olabilecek farklı ve yeni fikirler bulmak mümkün değil. Bu şu demek, o dönem ve o toplum için bilim ve felsefe yok demek; kelimeler ve kavramlar soyut-somut, dini-dindışı, maddi-manevi gibi ayrımlanmamış demek. Hal böyle olunca günümüz dünyasıyla o dünya arasındaki iletişimi zayıflatan hatta koparan üç önemli dilsel soruna dikkat çekiyor Hacımüftüoğlu: “Kuran’ın oluştuğu devirdeki Arapçanın gramer ve kullanım bakımından zamanla kısmen değişmiş ve kaybolmuş olması. Hemen hepsi dilimize ödünçleme yoluyla giren Kuran kelimelerinin hem mevcut anlamlarını yitirerek hem he de yeni anlamlar kazanarak aktarılmış olması. Ve geçmişten günümüze hem Türkçe hem Arapça dahil olmak üzere tüm dünya dillerinde bazı önemli eski kavramların parçalanmış, eski değerlerini, önemlerini yitirmiş olması.”  Bu üç sorun bağlamında yazar esas sorunun, günümüz ilahiyatçılarının Allah'ın, felsefenin İslam dünyasına girmesinden sonra felsefi bir tarzda algılanmaya başladığının farkında olmamaları, olduğuna vurgu yapıyor.

 

Ortadan felsefeyi, soyutlamaları, metaforları kaldırdığınızda karşımıza bambaşka bir Kuran, bambaşka bir İslamiyet çıkıyor elbette. Hatta belki de yoruma ihtiyacı olmayan bir din! Mükemmel, kusursuz bir Tanrı, ancak bir o kadar insani özelliklere sahip… Felsefe hatta bilimin ışığı altında anlamlandırılmaya çalışılan, Halil Hacımüftüoğlu’nun değişiyle “1300 yıl boyunca felsefe temelli kelam ilminin telkinleri altında olan günümüz dünyasındaki İslamiyet algısını, bütün bunların olmadığı bir zamandaki din algısıyla karşılaştırmak, aradaki farklılığı görmek elbette ki kolay değil. Hatta bazıları için belki de kabul edilemez...” Tektipleşmeden kaçınan hatta korkanlara, farklı bakış açılarına açık olanlara “Allah'ın Krallığı”nı hararetle tavsiye ederim.

Yorumlar

Yorum Gönder


Dilek ve düşüncelerin için teşekkür ederim Salim Bey,
Doğrusu böyle çirkin bir iftirayı okuyunca hayretler içinde kaldım. Kaldı ki ben, zamanla çalışmalarımdan yapılan bazı aşırmalara bile engel olamamış biriyim. Yani aslında bu konuda mağduriyet ve haksızlık yaşamış bir kimseyim. Bir zamanlar, güvendiğim ve hiç ihtimal vermediğim, adı lazım değil, biri-leri, yıllarca –biliyorsun 15 yıldır yalnız yaşıyorum- gece gündüz ve yapayalnız çalışarak ulaştığım bazı orijinal tespitlerimi, kendileri ile paylaşmam sonrasında kendi malıymış gibi satmaya cüret etmişti. Ve bunu en kritik ve çaresiz olduğum bir zamanda yapma hinliğini göstermişti. Bazı insanları, kalıbına bakarak ‘melek yüzlü’ ve ‘mübarek’ biri sanırsın. Fakat öylelerinin tıyneti ve tamahkârlığı böyle kritik anlarda ortaya çıkıyor. Öyle insanlar (!) var ki, yıllarca çalışarak didinerek gençliğini vererek elde ettiğin kendi malını dahi sana satmaya yeltenebiliyor, hatta yavuz hırsız misali –Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış!- seni töhmet altına sokma vicdansızlığını ve kalleşliğini bile hayâsızca gösterebiliyor. Her neyse, bu konuda benim, aslında içi fazlasıyla yanan biri olarak söyleyecek çok sözüm vardır… Ama Allah kerimdir; adil bir hâkimdir, büyük mahkemesinde bir gün her şey bütün çıplaklığıyla ortaya çıkacaktır. Her ne kadar kendisine karşı şahsi bir takım hatalarım olsa da bazı yaratıkları yüzünden yaşadığım mağduriyetlerden ve zulümlerden dolayı bana sahip çıkacaktır; şarlatanların maskelerini hiç beklemedikleri bir anda düşürecektir diye umuyorum. İnşâellâh!


Sayın Hocam değerli arkadaşim Halil Hacimüftüoğlu senin uzun yıllardanberi yapmış olduğun çalışmalarını yakınen bilenlerden biri olarak emeğe hak ve hukuğa saygısı olmayan daha çok sahtekar iftiracıların saldırısına uğrayacağin kesindir ne yazıkkı toplumumuzun içinde böylesi yaratıklarda mevcuttur bu tür yaratıkları muhatap almamanızı diliyor sizlere yaşamboyu sağlık sihhat diliyorum sen onun cezasını en ağır şekilde verdiğine inanıyorum çünkü onu ve onun gibilerini Allaha havale ediyorsun Allah herzaman doğrunun yanındadır : Salim İSLAMOĞLU


01.09.2011 tarihinde Sorgu Layan (Misafir) takma adıyla kitabımın kendi youtube videolarından intihal olduğu iftirasını atan şahsın videolarını bu kitabı yayınlamadan önce asla görmüş değilim. Söz konusu şahsın kitabımı okuyup okumadığını da bilmiyorum. İlk bakışta öyle anlaşılıyor ki kendisi hiç okumadan, sadece adını görerek ve doğru dürüst bir araştırma zahmetine katlanmadan aceleyle hemen üstüne atlamış bulunmaktadır. Çünkü kitabımın başındaki önsözde de kısmen belirttiğim gibi, ben bu çalışmaya çok önceleri (1997 yılının ortalarında) başlamıştım. Askere gitmeden önce Ekim 1999’da ise ilk planını yapmıştım bile. 2006 yılında yüksek lisans tezimde yaklaşık bir buçuk sayfa açıktan bahsetmiş, yeri geldikçe temas etmiş ve bütün modelimi onun üstüne kurduğumu beyan etmiştim. 2008 yılında bu tez Kuran Tercümelerinde Yöntem Sorunu adıyla İz yayıncılık tarafından basıldı. 2008’in Eylül’ünün başlarında da Kral Tanrı Allah’ın Krallığı kitabımın tez halini, Kuran’da Allah’ın Krallığı adıyla doktora tezi olarak danışman hocama sunmuş, 2009 yılında ise kabul edilmişti. Geçen yıl bazı ilavelerle Kral Tanrı Allah’ın Krallığı adıyla, Doğan Yayıncılık’a ve İmge Kitabevi’ne, bu yıl başında da İz Yayıncılık’a basılması için göndermiştim. İz Yayıncılık basmak istemişti ama şartlarını beğenmediğim için kabul etmemiştim( Bu bilgiler, kayıtları silinmemişse bahsettiğim yayınevlerince de teyit edilebilir). Söz konusu kişinin bahsettiği videonun ne zaman youtube’da yayınlandığını bilmiyorum. TheKozalakk adlı kişinin 11/07/2011’de eklediği düşünülürse benim daha önce kitabı bu adla gönderdiğim tarihlerden çok sonra eklediği gibi bir sonuç çıkmaktadır. Dolayısıyla bundan da şahsıma iftira atıldığı ortaya çıkmaktadır. Kitabımı okuyanlar ve bu videoyu seyredenler söz konusu kişinin iddiasının ne kadar hayâsızca ve pervasızca olduğunu yakinen göreceklerdir. Öte yandan takma ad kullanan kişinin verdiği bilgiler büyük oranda yalan yanlış bilgilerden oluşmaktadır. Allah Elçisi Muhammet’in kendisini tanrı-kral saydığı gibi çok saçma ve gerçek dışı iddialarda bulunmaktadır… Esasen cevap vermeye değmeyen bu şahsı iftirası ve yalanı ile Allah’a havale ediyorum. Fakat ne yazık ki bu arada ‘Sinek küçüktür ama mide bulandırır.’ türünden bir durumla karşılaşmış bulunuyorum.


Bu kitap youtube daki benim videolarımdan çalıntıdır (intihal). http://www.youtube.com/watch?v=FRCgrLnXVLU&feature=related, http://www.youtube.com/watch?v=SBgOiEUSWic

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.