Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

			

Kulis


Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz




Toplam oy: 422
Hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağı mesajını veren bir romanla karşımızda dünyaca ünlü usta yazar Amin Maalouf. Empedokles’in Dostları adını verdiği bu yeni kitabında yazar, distopik bir hikâyenin içine sokuyor okurlarını; tüm dünyaya barışı getirmeyi hedefleyen bir grubun çabalarını, kahramanımız Alec’in gözünden merak içinde okuyoruz. Dünya bir nükleer felaketin eşiğindedir. Amerika küresel bir terör saldırısına maruz kalmıştır, insanlığın hayatını kolaylaştıran teknolojik gelişmeler artık insanlığın sonunu getirmiştir. Tükenişe ramak kala devreye Empedokles’in Dostları dahil olacak ve hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacaktır. Amin Maalouf gene müthiş bir konuyla ve üslupla yeni romanını okurlarıyla buluşturuyor. Kendisiyle bu vesileyle Birol Biçer’in tercümanlığında söyleştik.

 

 

 

 

Yeni romanınız Empedokles’in Dostları, Novalis’in “Romanlar Tarih’in kusurlarından doğar” sözüyle açıldığına göre, size tarihin hangi kısmı kusurlu geldi ve bu yeni romanınız ortaya çıktı?

 

Bana öyle görünüyor ki pek çok şey yanlış istikamette gidiyor. Fikrimi daha net ifade etmem gerekirse, bilimdeki gelişmelerden ve bunların uygulamalarından memnun olduğumu, ancak insanların birlikte yaşayamamasından ve ilerlemeyi daha özgür, daha demokratik, daha insancıl toplumlar inşa etmek için kullanamamasından dehşete düştüğümü söylemeliyim.

Yoksa kahramanınız Ève’in kapıldığı, “Dünya masası yanlış kuruldu” duygusuna dâhil olup, yeni bir dünya masası hayaliyle mi bu romanı kurgulayıp yazdınız?
Gençliğimde, geçmişin çatışmalarının üstesinden geleceği, uzlaşılmış bir dünyada yaşamayı umuyordum. Ama nereye baksam her yerde çatışmalar var. Etnik gruplar, uluslar, dinî topluluklar arasındaki gerginlikler giderek daha da vahimleşiyor. Ülkelerden bile daha zengin bireyler ile güç bela hayatta kalmayı beceren insanlığın yarısı arasındaki eşitsizlikler hiç olmadığı kadar fahiş bir hâl alıyor. Dünya tablosunun tartışmasız şekilde kötü yerleştirildiği ortada…
Bu romanınızı can çekişen, rayından çıkan uygarlığımıza bir can suyu duygusuyla ya da uzun yol desteği şeklinde okuyabilir miyiz?
Bu roman bir mesel olarak görülebilir ancak gerçek kaygılara dayanıyor. Dünya tartışmasız büyük bir felaketin eşiğinde ve bundan kaçabilmek için neredeyse bir mucizeye ihtiyacımız olacak. Umudum, bu kurtuluşun bize insanlık macerasının derinliklerinden, bazen “mucizeler” üreten insan ruhunun derinliklerinden gelmesidir.

Pusulamız ölüm korkusu

Peki, aynı zamanda yazar da olan kahramanınız ve dostumuz Ève’in duygusuna kapılmamıza vesile olur mu bu roman; bir gün uygarlığımız kalleşçe yıkılmaya kalkarsa karşımıza çıkan kurtarıcıyı bir Tanrı lütfu kabul ediverirsek maazallah? Ya da etmeli miyiz?
Yazar, çağdaşlarını kendilerini bekleyen tehlikeler karşısında uyarmak için düş kurar, hayal eder, umut eder ve alarm zillerini çalar. Ancak bir gün herhangi bir güç insanlığı, kendisini bekleyen tehlikelerden korumayı başarırsa, bu gücün her şeye kadir olacağı doğrudur. Yaşadığımız sağlık krizi esnasında ya da önümüzdeki yıllarda çıkabilecek benzer bir kriz sırasında, yalnızca bir ülkenin insanları virüsten kurtarmak için bir aşı veya tedavi bulmayı başardığını hayal edin. Aşırı ölçüde kudretli ve mağrur olmaz mıydı?
Hadi önceki iki soruyu sormamış kabul edin: Bir gün karaya biri ayak bassa ve ölümsüzlük vaat etse teslim mi olur uygarlık romandaki gibi? Romandaki kabule denk gelen olumlu tarafları yok saymadan soruyorum bu soruyu elbette…
Tüm faniler ölümsüzlük hayal eder ve büyük dinler de bu ölümsüzlüğü iyilik yapanlara ahirette vaat eder. Felsefi açıdan, bu soru tarihin başlangıcından beri soruluyor. Ancak önümüzdeki on yıllar ve yüzyıllar içinde ölümsüzlük meselesi tıbbi bir bakış açısıyla ele alınacak: Hücrelerin, dokuların ve organların yaşlanma sürecini tersine çevirebilirsek, insan ömrü süresiz olarak uzayabilir. Bugün bu hayalperestler, bilim insanları, şairler veya düşünürlerin konusu olabilir. Yarın torunlarımıza felsefi ve ahlaki başka sorular yöneltilecek ve bu onların kaderlerini idrak etme biçimlerini değiştirecek.

Ana kahramanınız Alec’in de defterinde bahsettiği gibi, ölümsüzlük arzusu bizi köleliğe götüren yola mı saptırır peki günü geldiğinde ya da gelirse?
Tüm insanların hayatta kalmaları kendi aralarındaki tek bir gruba, tek bir topluluğa bağlı olsaydı, hakikaten bir köleleşme riski söz konusu olurdu. Ancak bunun endişe verici başka sonuçları da olacaktı. Mesela ben, edebiyatın, sanatın, felsefenin amaçlarından birinin ölümlülüğümüze dair endişelerimizi engellemek olduğuna ikna olmuş durumdayım. Bir gün ölmek ihtimali olmasaydı, yaşamak artık aynı anlama veya aynı dramatik yoğunluğa sahip olmayacaktı. İnsanlara varoluşları açısından bir pusula veren şeyin büyük ölçüde ölüm korkusu olduğu söylenebilir. Ölüm olmazsa başka bir pusula aramaları gerekecek.
Uzmanlaşmanın itibarını iade etmeyi hayal ediyorum



Aslında içinden geçtiğimiz uygarlığa ne kadar da benziyor anlattığınız hikâye. Kitabı bitirdiğim ânı hatırlıyorum… Kitabı kapattım, Twitter’ı açtım ve karşıma Bill Gates ya da Elon Musk acaba Covid 19’u tedavi edip ölümsüzlük aşısının müjdesini verecekler sanrısına kapıldım… Ne dersiniz?
Biraz fantastik ya da Antikçağ’ın ‘Yunan mucizesi’ duygusu gibi bir durumdu bana yaşattığı… Aslında hepimiz Ève’in de dediği gibi kahir ekseriyetin bir parçası gibiyiz sanki... Dünyada, sonsuza kadar yaşayabilmek için tıbbın ilerlemesini hızlandırmayı hayal eden birkaç süper milyarder var. Bu kadar paranız olduğunda, ölümsüzlük arzusu sıradan insanlara nazaran daha acil hâle geliyor anlaşılan. Geleceğin bizim için neler hazırladığını, ne getireceğini elbette bilmiyorum, ama insanların ömürlerini uzatma gayretinin önümüzdeki on yıllarda unutulmaz bir endişeye dönüşeceğinden eminim. Geçen yıldan beri dünyada olup bitenler bize geleceğin nasıl bir şey olacağını da hissettiriyor.

Ya da şu bakış açısına mı büründürsem duygularımı: Uygarlığın çökmesi için Gates ya da Musk’ın bir fiskesi yeter mi bu çağda? Bu noktaya gelmiş olabilir miyiz sizce?
Devasa şirketlerin liderleri gerçekten dedikleri kadar güce sahipler mi? Benim hissiyatım hem çok muktedir hem de çok kırılgan oldukları yönünde; tıpkı şirketleri gibi. Hatta gittikçe daha fazla bir kumarhane atmosferinin hâkim olduğu dünya ekonomisi gibi... Bu konuda, Tesla, GAFA veya Bitcoin’in geleceğini tahmin edecek kadar yetkin değilim ama bana öyle geliyor ki bir gün bir rüya gibi yıkılacak veya dağılacak olan hokkabazlar dünyasında yaşıyoruz. Ya da gerçeklik kisvesine bürünecek bir kurguda.
Antik Yunan’a dair, pek çok alanda görkemli bir dönem vurgusunu yapıp, dünyanın benzer bir Rönesans yaşaması için aradan iki bin yıl geçmesi gerektiğini söylüyorlar kitaptaki kahramanlarınız. O vakitler artık yakında mı sizce de?
Şurası doğru ki, insanlık tarihinin iki buçuk binyılı öncesine uzanan bu uzak çağı hâlâ göz alıcılığını koruyor. Tiyatronun, sanatın, bilimlerin, felsefenin, demokratik uygulamaların (o dönemde) aniden filizlenmesi bir mucize izlenimi veriyor. Uzun süredir merakımı celbeden şey, böyle bir medeniyetin onu üretebilecek gibi görünmeyen bir toplumun içinden ortaya çıkmasıydı. Bu, toplumların ekonomik veya teknolojik gelişme seviyesine bağlı olmaksızın, insan zihninin kendine has bir anlayışa sahip olabileceğini gösteriyor.
Peki, “Gelecek Artık Bu Adreste Oturmuyor” ise yeni ikametgâhı neresi?
Sadece bu gezegene sahip olduğumuz için adresimizi asla değiştiremeyiz. Ancak bu adreste olanları değiştirebiliriz ve değiştirmeliyiz. İnsanlığın farklı unsurları uyum içinde bir arada yaşamayı öğrensinler, sürdürülmesi gereken tek savaşın cehalete, hastalığa ve ortak vatanımız Dünya’nın bozulmasına karşı birlikte verilecek savaşlar olduğunu anlasınlar artık. Aynı kıyası ele alırsak; mesele adres değiştirmek, ev değiştirmek değil, mesele geleceğin huzur içinde yaşanabilmesi için evimizi yenilemek…
Bu kitabı pandemiden önce yazdığınızı okudum. Çok tesadüf değil mi? Covid-19 salgınının olduğu bugünlere çok denk gelen, birçok dersler çıkarmamız mümkün aslında, Empedokles’in Dostları’na bakarak?
Yıllardan beri dünyanın bir felakete doğru gittiğini hissediyorum. Bunu bazen denemelerde anlattım ve şimdi bir tür mesel olan kurgu yoluyla da ifade etmek istedim. Geçirdiğimiz yılın hadiselerinin beni bu romanı yayınlamaya yönlendirdiği yönlendirdiği doğru zira etrafımızdaki tuhaf gerçeklerle uyum içindeydi.
Kitabınız, dünyanın kurtuluşunun Antik Yunan düşüncesiyle olacağı kanaatine sahip bir bakıma. Antik Yunan düşüncesi malumunuz, Fransızlarla devam eden, oradan Almanlar ve modern Batı fikri oluşumuna giden bir süreci temsil etti. Teknoloji, aydınlanma vb. dünyayı meşum sona sürükleyen bu süreç olmadı mı sizce? Burayı da tartışıp Empedokles üzerinden öze/doğaya dönme fikri üzerine kurgulanamaz mıydı romanınız? Ne dersiniz?
Antik uygarlıkla ilgili beni en çok ilgilendiren şey, insan zihninin faaliyetleri arasında ayrım yapılmamasıydı. Aynı kişi felsefe, tarih, fizik, tıp, heykel ile ilgilenebilir, atlet olup olimpik oyunlara katılabilir ve ardından şehrin siyasi makamlarına seçilebilirdi. Bugün her şey bölümlere, parçalara ayrılmış durumda ve netice olarak kimse bütünü, büyük resmi göremiyor. İtibarını iade etmeyi hayal ettiğim şey geçmişin düşünürlerinin geliştirdiği fikirlerden ziyade, son derece özgürleştirici bulduğum uzmanlaşmanın olmadığı bu durum.
Son olarak merak ediyorum: Şu an hangi kitap üzerine çalışıyorsunuz? Biraz da tarihi romanlarınızı özleyenler için soruyorum bu soruyu?
Daima aynı anda birkaç proje üzerinde çalışırım ve hangisinin diğerlerinden önce yayınlanacağını bilmem. Son haftalarda biri roman olmak üzere üç farklı fikir üzerinde çalışıyorum. (Romanın) Teması beni baştan çıkarıyor ama akıbetinin ne olacağını henüz bilmiyorum…


Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Kulis Yazıları

 

 

 

 

Füruzan Yolyapan Hanım’la 9 yıl önce tanıştınız. Bir sohbetten kitaba giden yolculuğu dinlemek isteriz.

 

 

 

 

 

İlk eseriniz Muhtelif Evhamlar Kitabı’ndaki öykülerin tadı damağımızda kalmıştı ve siz, araya beş yıl gibi uzun bir süre koydunuz. Şimdi Kum Tefrikaları çıkageldi. Geçen sürecin edebi kısmını kısaca anlatır mısınız, neler yaptınız?

 

 

 

 

 

Son bir yıl içinde art arda iki ilginç roman yazdınız. Tarihimizdeki yer almış figürlerin hayat hikâyelerini romanlaştırmayı tercih ediyorsunuz. Sizin açınızdan önemi nedir bu karakterlerin?

 

 

 

 

Şermin Hanım, Deli Tarla’nın ortaya çıkışı, içindeki öyküleri bir araya getirme maceranızla başlayalım isterim…

 

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.