Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dünyanın tek ve en büyük hikayesinin keşfedilişi

Bir gün bir edebiyat profesörü incelediği mesnevide bir şeylerin yolunda gitmediğini fark eder. Daha doğrusu mesnevi türünde daha önce görmediği bazı tuhaflıklar vardır şiirde. Anlamadığı ifadeler vardır.  O, kendinden önceki araştırmacılar-edebiyatçılar gibi yapmaz ama. Okuyup geçmez, anlamadıklarından vazgeçip, anladığı yerler üzerine yoğunlaşmayı tercih etmez. Bu tuhaflıklara açıklık getirmeyi kendine görev edinir. Ve bu sorumluluk duygusu, dürüst araştırmacı ruhu, yine son derece tuhaf ve beklenmedik bir şekilde bugün edebiyatın ve inanç tarihinin önünü açan, bakış açısını derinleştiren bir yola dönüşür. Evet, bazılarınızın tahmin edeceği gibi o edebiyat profesörü Gönül Tekin’dir, incelediği mesnevi ise Çengname…

 

Divan şairi Ahmet-i Dai’nin Çengnamesi bugün arp da diyebileceğimiz bir müzik aletinin maceralarını anlatan bir şiirdir. Konusu kulağa ilginç geliyor şüphesiz ama divan edebiyatının bilinen sembolleriyle örülü bu şiiri ayrıcalıklı kılan bir şeyler var mıdır içinde? Evet, diyor Gönül Tekin, o şiirin büyük bir kutlama sahnesiyle açıldığını, bu sahnede üzerinde dünyanın her türlü meyvesini bulunduran, köklerinden sular fışkıran devasa bir ağacın gölgesinde insanların yiyip içip eğlendiğini, hatta ne tuhaftır ki Yıldırım Beyazıt’ın şahzadelerinden Emir Süleyman’ın da orada yer aldığını ve hikayenin ona anlatıldığının altını çiziyor.  İşin daha da tuhafı, maceralarını okuyacağımız ‘çeng’in bu sahnedeki ağaçtan yapılmasıdır, diyor. Peki nedir bu ağaç, bu eğlence sahnesi, bu ağacın köklerinden çıkan su ve Emir Süleyman’ın orada bulunması? İşte bu ardı ardına sorulan sorular Gönül Tekin’i zaman içinde geriye doğru bir yolculuğa çıkarır. Hikayedeki ağaca çok benzer bir ağacın Tevrat’ta da olduğunu anımsar Gönül Tekin. Bu tesadüftür ki onu hayatına damgasını vuran, yıllarca sürecek bir büyük çalışmanın içine iter. Bu zaman yolculuğu bugün Harward Üniversite’sinde ders veren bu önemli edebiyat profesörünü Sümerler’e götürür çünkü. Yani hikayenin özüne!

 

Gönül Tekin bir edebiyat profesörüdür ama Çengname nedeniyle çıktığı yolculuk bugün pek çok arkeologa ve hatta tarihçiye nasip olmayacak bir bilgi birikimine, çeşitli keşiflere yol açar. Onun önünde dünyanın tek ve büyük hikayesi açılmıştır çünkü. Bu hikaye en basit haliyle yazıyı kullanan ilk uygarlık olan Sümerliler’in yaşamdöngüsü için var ettikleri hikayedir. Temmuz ve İnanna’nın kutsal evlilik, ölüm ve yeniden doğum hikayesinin, önce tektanrılı dinlerin yaradılış efsanelerine oradan Leyla ile Mecnun, Romeo ve Juliet gibi büyük aşk hikayelerine dönüştüğünü keşfetmiştir Gönül Tekin. Sümerlilerin ülkesini fethedip onların büyük uygarlından etkilenen Akatlar, bu yaşamdöngüsü hikayelerini ticaret yollarıyla Fenikelilere, Fenikeliler gidip yerleştikleri Kıbrıs halkına ve oradan Antik Yunan’a aktarırlar. Yunan’ın ardından Roma’ya geçen bu hikaye Bizans’ta ve Osmanlı’da da yaşar. Temmuz ve İnanna’yı ve onların maceralarını Sümerliler yaratmışlardır belki ama tüm insanlık, özellikle de yakın doğu ve Avrupa halkları bu hikayeyi değiştirerek, kendi yaşam biçimlerine uyarlayarak, zaman zaman kutsallaştırıp (tek tanrılı dinler gibi) zaman zaman da basitleştirerek ve her daim üzerine yeni temalar ekleyerek sürekli bir biçimde yeniden yeniden var etmişlerdir hevesle.

 

Temmuz bitkilerin ve ağacın içindeki yaşam enerjisinin tanrılaştırılmış biçimidir, İnanna ise toprağın içindeki enerjiyi temsil eden aşk ve bereket tanrıçasıdır. Onların hikayesi mevsimlerle bağlantılı döngüsel bir hikayedir; bahar geldiğinde büyük bir törenle evlenirler, bu törende İnanna ve Tammuz’un birleşmesi bolluk ve bereket anlamına gelir (günümüzde hıdırellez, paskalya ve nevruz kutlamalarını anıştırır şekilde). Onların evlilik töreninde İnanna önce hamamda yıkanır, sonra annesinden tavsiyeler alır, gelen çeyizler konuklara gösterilir ve bütün bunlar tamamlandıktan sonra Tammuz’un İnanna’nın yanına girmesine izin verilirdi. Tıpkı tam altı bin yıldır Anadolu’da yapılan her evlilik töreni gibi…  Bu bereket getiren evliliğin ardından yaz geldiğinde ise Temmuz ölerek yeraltına çekilir, tıpkı kuruyan dereler, döktüğü tohumları toprakta derin bir uykuya çekilen sararmış bitkiler gibi… İnanna onu yeraltında arar bulur ve yeryüzüne çıkarır, bu Tammuz’un ve doğanın yeniden doğuşudur.

 

Peki bu hikayelerin çıkış sebebi nedir? Bitki, toprak, su, rüzgar, ateş içindeki yaşam enerjisini tanrılaştırarak somut bir hale getirir Sümerliler. Çünkü o zamanın insan algısı soyut düşünce için hazır değildir henüz. Varoluşunu, içinde yaşadığı doğayı somutlaştırma eğilimindedir. İşin ilginç tarafı yaklaşık on bin yıl sonra artık kendini soyut düşünceyle özdeşleştiren insanlığın halen aynı hikayelerle yaşamı anlamlandırmaya çalışmasıdır tabii.

 

Hikaye öylesine büyük ve eklektik ki, hangi kültürün onu nasıl şekillendirdiğini tek tek anlatmak neredeyse imkansız. Tek tanrılı dinlerdeki kadınların başörtüsü adetinin İnanna için yapılan tapınaklardaki tapınak fahişelerinin takmasından gelmesi; Hz. Meryem’e Madonna, yani bizim büyük hanımefendimiz denmesinin kökeninde yine İnanna’ya sesleniş şeklinin olması; Hz. İsa’nın 25 aralıktaki doğumu; Sümerlilerin eski tanrılarının tek tanrılı dinlerde Hızır, İlyas gibi peygamberlere ya da azizlere, velilere ve hatta meleklere, cinlere dönüşmesi; Sümer’de tarlaya benzetilen kadınların Tevrat’ta ve Kuran’da da aynı benzetmeyle tanımlanmaları, Sümerliler’in kırmızı rahiplerinin tapınağa gelen insanlara Hıristiyanlıktakine benzer şekilde günah çıkarma seansları uygulamaları… vd.

 

Gönül Tekin’i Divan edebiyatından Sümerliler’in yaradılış efsanelerine, inançlarına götüren şey, cesur ve tarafsız bir bakış açısıyla parçaları birleştirmekten ibaret aslında. Biz Tekin’i Türk üniversitelerinden sürmüş, dünyanın en önemli Türkologlarından biri olan eşi Şinasi Tekin’le Cunda adasında açtığı eğitim merkezini lavetmişiz de şimdi televizyon sayesinde iki kere izleyerek, izlediğimizi de pek anlamayıp tek tanrılı dinlere dair kötü bir şey mi demek istiyor acaba diyerek şüpheyle yaklaşmışız, ama ne gam… Onun bu büyük tarihi ve edebi okuması, ne olursa olsun ileriki kuşakları etkileyecektir. Ne de olsa hikaye devam etmektedir. 

Yorumlar

Yorum Gönder


Bu konuyu biliyorum, Gönül Hanımdan da dinledim. Bir tek şeyi düzeltmek istiyorum, yukarıdaki yorumda "tapınak fahişeleri" yazılmış, tam olarak günümüzdeki anlamı ile eş değer değil, o dönemin insanları için üremek, bereket çok önemli, cinsel birleşmeyi zevk olarak değil, doğanın, doğanın parçası olan insanın üremesi için bir zorunluluk olarak görüyorlar, dolayısı ile fahişelik dedikleri şeyi kötü bir kavram olarak olarak değil tam tersi kutlu kişiler olarak görüyorlar. Benim önerim "tapınak görevlileri" olarak yazmanız, çünkü yanlış anlayabilecek çok insan var


tek tanrılı dinlere göderme yapıyor şeklinde anlamak yerine aksine, Yaradanın bir çok kavme aynı şeyleri vahyetiiğini düşünmek daha mantıklıdır. Gerçi Göksel Hoca yahudiler tek tanrılı dini keşfettiler diyor, oysa Kuranı Kerimde hz İbrahimin yahudi olmadığı anlatılır. Şu bilimeliki tek tanrılık en baştan beri Hz Ademden beri var olmuş birşeydir, ancak insanlar arasında bu inanç bozulma göstererek çok tanrıcılığa dönüşmüştür. Onlar Tek tanrının elinde bulundurduğu gücü bölerek birden fazla tanrılara ithaf ettiker, zaman zaman Peygamberler aracılığıyla uyarıldılar ancak anlaşışıyorkı çok tanrıcılık tek tanrı inanışına göre daha yaygın olmuş. Taki.. Hz. İbrahime kadarki o çok tanrıcılıklıkla aklı delillerle mücadele etmiş, tek tanrıcılığı tekrar yaymaya başlamıştır. Yahudilerin ortaya çıkması Hz. yakupladır namı diger İsrailledir, onun oğullarına israiloğulları denmesi bundandır.Ancak onun oğullarından üreyenler yahudilerdir. Yani Göksel Hoca' nın yahudi dehası bunu buldu tesbiti yerinde değildir.


dünya üzerinde benzer şeylerin yaşanmasından dah doğal ne olabilir . Aşk olayı dünyada nadir rastlanan bir şey değildir, aşkın dillere destan olmasıda yadırganmamalıdır. Bir hikaye diğerine benziyor , zanni hükümler çıkarmak pekde ilmi depildir


23-01-2012
"Dünyanın tek ve en büyük hikayesinin keşfedilişi"
başlığa takıldım.amaç ilgiyi yazıya çekmekse başka bi sayfanız da eleştirdiğiniz "izdiham"dan farkınız nedir? adı geçen hanfendiyi tenzi ederek soruyorum;inanç tarihinin önünü açan bi çalışma olduğundan ne derece eminsiniz.yaşam ağacı eski bi geyiktir.tammuz ve inanna da öyle...ki anlattıklarınız sümerler de ritüelleşmiştir.yani onlar sadece kayıt altına alanlar da olabilir.konu ile ilgilenenler bolca türkçeye aktarılmış "mircea eliade" okuyarak nefslerini köreltebilirler.kolay gelsin.


Baskalarini yiyailargmayaz. Önce durup ben nasil müslümanim, bugün Allah icin ne yaptim diye kendimize sormaliyiz. Atilla gibi cok insan var aramizda. Hikayenin sonunu merakla bekliyorum. Sevgiler...


Ferhad ü Şirin - TDK yayınları - 4.00 TL


Bu konuda özel bir kitaptan bahsedilmiyor yazıda, genel olarak makaleleri ve akademik çalışmaları söz konusu. Gönül Alpay Tekin'in çalışmalarına ne yazık ki yalnızca üniversite kütüphanelerinden ulaşabilirsiniz. Belki bazı kaynaklara internetten de ulaşılabilir. Bu konuda değil ama piyasadaki bir kitapta yer alan tek incelemesi şurada: http://www.idefix.com/Kitap/tanim.asp?sid=E8IELIMF28P1IW7XWJ2U


Kitabın adı ve fiyatı nedir?

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.