Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri ve güven

New Yorker geçtiğimiz günlerde dijital ortamdaki okur eleştirilerinin/ yorumlarının doğruluğunu, daha doğrusu samimiyetini tartışmaya açmış. Dijital kitap satış ve edebiyat platformlarında ortalık okur yorumundan geçilmiyor malum. Peki, yersiz övgülerden aşağılayıcı sövgülere uzanan bu yelpazenin neresi sağduyuyu, mantığı estiriyor yüzümüze yüzümüze… New Yorker bu bağlamda bir deney yapmış, birkaç sahte profil yaratarak çeşitli yerlere düzenli eleştiriler yazmış.

Sonuç oldukça ilginç, bir süre sonra sitelerin moderatörleri bu düzenli biçimde saçmalayan sahte profilleri silmeye başlamışlar. Amazon gibi büyük sitelerin bu konuda oldukça hassas olduğu ortaya çıkmış. Peki bu deney bize ne kazandırıyor? Kanımca bir yığın kafa karışıklığı daha… Sahte bir hayranın ya da belki de bizzat yazarın kendisinin kitabını yok yere göklere çıkaran bir yorumu mu daha çok etkiler okuru, yoksa cümle kitle iletişim organlarından durmaksızın pompalanması, hatta belki de (dilim varmıyor böyle bir şey söylemeye ama) satın alınmış eleştirmenler tarafından beğenilmesi mi? 

Ticari kaygılarına edebiyat süsü verenler, son derece öznel okur yorumlarından daha samimi geliyor ne yazık ki hala. Ya da öyle gösterilmek isteniyor. New Yorker da bu güvenilmez profillere boş verip New Yorker okumalarını salık vermiş okurlarına zaten; Radikal Kitap Eki’nin dünya edebiyatını takip eden yazarı Zeynep Heyzen Ateş de, bu haberi derlerken Radikal Kitap Eki’ni… Ardı ardına bu haberleri okurken içimden keşke, dedim. Keşke, New Yorker bir yana ülkemizdeki cümle kitap ekinin, edebiyat dergisinin günümüzün karmaşık ortamında kendilerinin zannettikleri gibi böyle dirayetli bir tavrı olabilseydi. Yayıncılardan gelen ilanları düşünmeden, ya ilanlarımız kesilirse diye kuyruğu titretmeden, bir sonraki ay ne olurum diye düşünmeden, yıllar içinde kurdukları dostlukları, ticari ilişkileri gözetmeden eleştirmenlerini özgür bırakabilseler, ya da en azından içinde yer aldıkları tekelleşmiş basın ve yayın ortamını, sindirildiklerini, ancak bu eksende yayım yapabildiklerini okurlarına da söyleyebilseler.

 

Olmadıkları bir entelektüel sağduyu ortamından sesleniyormuş gibi yapmasalar. Oyunu bıraksalar…  Hatta mesela, dalga geçer gibi düzenlenen eleştirmen teliflerinin düşüklüğünün eleştirmenleri yayınevleriyle anlaşmaya, çift telif usulü çalışmaya sürüklediğini, hem eleştirinin ahlakını, hem de ülkemizdeki eleştirinin içeriğini bozduğunu görebilseler. Bu düzen böyle diyerek omuz silkmeseler, içten içe adam sendeci, dıştan dışa kültür adamı pozlarında gezmeseler. Bu ülkenin yozlaştırılmış kültürüne bir taş da kendilerinin koyduklarını fark etseler… Dedim içimden, keşke…

 

Ülkedeki kültür yozlaşmasının, edebiyatın içerikteki yoksulluğunun faturasını sadece kitap eklerine, edebiyat dergilerine ve eleştirmenlere kesmek değil amacım. Ama bazı gerçekler değişmez ve kültür ne olursa olsun sorumluluk istiyor işte, ortamdaki boşluktan nemalanmak yerine aydın ufku edinmek istiyor. 

 

Peki bu sadece ülkemizin sorunu mu, elbette değil. Pascal Casanova, “Dünya Edebiyat Cumhuriyeti” adlı pek dikkat çekici çalışmasında dünya edebiyat uzamındaki en özgür ülkelerin bile artık uluslararası ticaret yasalarının gücüne tabi olduğunu, bu yasaların üretim koşullarını dönüştürürken metinlerin biçimlerini de değiştirdiğini belirtir. Ve “Çokuluslu yayın gruplarının ortaya çıkması ve edebilik görüntüsü veren uluslararası çapta başarı kazanmış romanların çok geniş alanlara yayılması, ticari güçlerden bağımsız bir edebiyatın düşüncesini bile şüpheli hale getirir”, der.  

 

Sözün kısası, piyasa satılacak kitabı ısmarlayıp yazdırır, eleştirmenine beğendirir, bu sözde eleştirileri dergilerde, gazetelerde bastırır ve de kitabını sattırır. İnternet ortamı ise bir noktada piyasaya çok güzel kanalize olurken diğer yerde doğasında bulunan kaotik yapısı nedeniyle, açıkları açık eder, tekere çomak sokarsa eğer, işte o noktalarından şüphe edilir, görmezden gelinir, sevilmez, burun kıvrılır…

 

Buradan Casanova’nın sözleriyle herkese seslenmek istiyorum, “edebiyat uzamı hiyerarşileri ve egemenlik ilişkileri içinde donup kalmış sabit bir yapı değildir. Edebi zenginliklerin eşitsiz dağılımı kalıcı egemenlik biçimleri doğursa da, edebiyat uzamı bitip tükenmez savaşların, otorite ve meşruiyet mücadelelerinin, isyanların, başkaldırıların hatta güç ilişkilerini değiştiren, hiyerarşileri tersyüz eden edebi devrimlerin dayanağıdır.”  Hiç merak etmiyorum, eleştirinin her türlüsüne dair güven sarsılıyorsa, bu sarsıntının yeni güvenlik alanları yaratacağına inanıyorum.

 

Yorumlar

Yorum Gönder


Güzel yazmışsınız, tebrik ederim.


Benim çeviri kitap eleştiri-tanıtımları için şöyle bir önerim var: kitap tanıtım dergileri, çeviri kitaplar konusunda üç ayrı format geliştirsin. Birinci formatta eleştirmen bize o çeviri kitabın bütün ülkelerdeki yankılarını derlesin, çevirsin, anlatsın, alıntılarla değerlendirsin. İkinci formatta bize kitabı çevirisi açısından değerlendirsin, çeviri incelemesi yapsın. Üçüncü formatta, genel, spekülatif bir eleştiri ortaya koysun.
İsterse eleştirmen 2 ve 3. formatları içiçe geçirebilir, fakat ithal çeviri ürünlerin 1. formatla ciddi şekilde tanıtılmasına ihtiyaç var. Yayıncılar kitapları bu şekilde, yani dünyadaki yankılarını öğrenerek seçiyorlar, okurun-tüketicinin de kapsamlı bir şekilde bunu bilmeye hakkı var. Oysa bu günkü yaygın uygulamada, sadece eleştirmenin izlenimlerini okuyabiliyoruz, kitabın kaynak kültürü içindeki yeri hakkında çok şey bilmiyoruz. Harry Potter için bile, çok satıyordan öte çok şey bilmiyoruz.
Bu formatlar belirlenirse, hangi eleştirmenin kimden ücret alarak yazısını hazırladığı tartışması yaşanmaz, çünkü okur-tüketici norma dayanan, hakkı olan bir bilgi elde etmiş olur. Eleştirmenin yayınevinden ücret alması yanlış değil, eğer karşılığını veriyorsa, bu yayınevini bağlar; fakat tüketici-okura gerekli bilgilendirmenin kitap tanıtım dergisinde sunulmaması, o derginin işlevini yerine getirmediğini gösterir.
*
İnternet kitapçılarındaki okur yorumları ilginç bir konu. Amazon gibi sitelerde benim izlediğim yorumların büyük kısmı, o kitapları işlerinde, öğrenimlerinde kullanan kişilerin yorumları oluyor. Türkiye'deki sitelerdeki yorum azlığı, iş alanlarında, öğrenimde kitap okuma, referans kitap oluşturma durumuyla ilgili olabilir. Ama bu konuda net bir şey söylemek için New Yorker'cılar gibi bir araştırma yapmak gerekiyor.
Fakat şunu söylemeli, biz çevirmenler, eleştirmenlerin çoğu kez ihmal ettiği bir şeyi, yani isimlerimizin anılması için internet kitap sitelerine teşekkür borçluyuz: örnek olarak, İdefix ve Pandora sitelerinde çevirmenin diğer eserleri görülebiliyor, Kitapyurdu'nda da isim görünüyor, sadece tıklayıp diğer eserlerini görme seçeneği yok.


Eleştirmen olarak geçinen bazı isimlerin, yayınevlerinden "bu hafta senin kitabını şurada tanıtacağım" diyerek para istediğini, bu paralarla geçindiğini bilmeyen yok.

Ne kadar ayıp!

Körler, sağırlar, birbirini ağırlar.
Yapanları, bu kişilere gazetelerinde yer verenleri ve bu duruma alet olan yayıncıları kınıyorum!

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.