Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Fuarını bırakmayan şehir ya da bir efsaneye sahip çıkmak...

TÜYAP Kitap Fuarı yeni yerine taşındı taşınalı, kanımca her yıl bir mucizeye imza atıyor. Şehir merkezinden bunca uzak, kitap fiyatlarının göstermelik indirimler bir yana, bunca pahalı olduğu kitap fuarına, İstanbullular bana mısın demiyor, ne mutlu ki akın akın gelip fuar merkezini dolup taşırıyorlar. Peki ama neden? En az iki saat yol gelip, ziyaret edilen üçüncü stanttan sonra kalabalıktan ve uğultudan sersemleyip herhangi bir kitabevindeki fiyatlara denk kitap satın almanın nesi keyifli olabilir?

Ben buna öncelikle, kim ne derse desin, kitabın büyüsü diyorum. Yazarın, yayıncının, reklamcının, medyanın, kitabın ve okurun aynı anda aynı yerde gerçek anlamda bir arada var oluşundan alınan haz, diyorum. Bir okur olarak fuar içinde, o ana kadar hep bir adım mesafede durduğum kitabın merkezine, sanki tam kalbine ellerimle dokunuyorum… Bir yanılsama mı, belki; gerçeklik mi, muhtemelen… Kitap Fuarı, Tepebaşı’ndaki eski yerindeyken, aslında bir tür yaşayan şehir efsanesi gibiydi, bugün gelinen noktada, şehir halkı olarak kısa bir süre önce kendi ellerimizle yarattığımız şehir efsanesini hayatta tutma çabası da var. Fuara gitmek, nerede olursa olsun, her sene tekrarlanması gereken bir ritüel gibi yaşanıyor hala. Peki o eski tadı var mı? Yok elbette. Ama nerede o eski bayramlar, hayıflanmasına geliyor galiba kitap fuarı da, ne de olsa her yıl şaşmadan hem bayramları kutlayıp hem de hiç tadı yok diye hayıflanmaya alışkınız.

Bütün bunlara ek olarak fuar organizasyonunu da es geçmemek gerek elbette, İstanbulluları ve İstanbul çevresinden gelenleri fuara taşımak için çok çaba sarf ettikleri açık. Her yıl oldukça yüklü, renkli bir programla çıkıyorlar karşımıza. Bu yıla diğerlerinden farklı olarak fuara eklemlenen iki tane yan etkinlik damgasını vuruyor: İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali ve 30 Ekim’de İstanbul’a dostluk treniyle ulaşan Word Express… Bir ayağı fuarda olmak üzere İstanbul’daki bir çok tarihi mekanda etkinlikler düzenleyen İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali, her şeyden önce Türkiye’de bir ilk. Adını bu şehrin çıkardığı en büyük edebiyatçılardan birinden, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan alan bu ilk edebiyat festivalimizin birinci yılının en büyük eksiği ise ne yazık ki Tanpınar… Edebiyat okumaları, paneller, partiler var ama Tanpınar pek yok. Festival yöneticileri bu yılın bir hazırlık niteliğinde olduğunu söylüyor, Tanpınar’a dair yapılması gereken çalışmalara başladıklarını, 2010 yılında büyük edebiyatçımızın hakkını vereceklerini vaat ediyorlar. Tanpınar’ın romanlarındaki İstanbul gezilerini yapmak, Tanpınar’ın eserlerinde yer alan bestecilerin eserlerinden oluşan konserleri dinlemek bir yıl sonraya, bir sonraki sonbahara kaldı.  31 Ekim’de başlayan bu festivale katılmak için iki gününüz var.  Son iki günün en dikkat çekici etkinliklerinden biri Asmalımescit Şimdi Cafe’de bugün saat 18.00’de yapılacak “Şehir ve Zaman” temalı Hare ile Edebiyat Kahvesi. Etkinliğin Türk katılımcı yazarları Mine G.Kırıkkanat, Hakan Günday ve Barış Müstecaplıoğlu,  Yarın akşam saat 21.00’de Getto’da düzenlenecek, yazarların DJ’lik yapacağı kapanış partisi de oldukça dikkat çekici görünüyor.

12 farklı ülkeden 23 genç yazar  Avrupa’nın çeşitli ülkelerini dolaşarak, oralara kanlı canlı edebiyat nakli yapıyorlar nicedir. Bu edebiyat treninin son noktası ise İstanbul, edebiyat festivali ve kitap fuarıyla birleşen trene yetişmek, tartışma ve çeviri atölyelerine, edebiyat okumalarına, film gösterimlerine katılmak için de son iki gününüzün kaldığını hatırlatmadan geçmeyeyim.

Bu iki organizasyon, 2010 yılında kültüre başkentlik etmeye hazırlanan İstanbul için, 2010’un bir adım ötesinde, edebiyat adına küçük denemeler gibi görünebilir.  2010’da yaşayacaklarımızın da bir tür habercisi durumundalar. 2010 yılından daha çok edebiyat, daha derinlikli tartışma ortamları ve elbette daha çok katılımcı bekliyoruz şehir halkı olarak. Kim bilir, belki de kitap fuarı gibi yeni bir efsane yaratmaya hazırlanıyoruzdur, neden olmasın?!   

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.