Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Karanlık çağırır, Lovecraft sinir sisteminde kalıcı hasar bırakır

Howard Philips Lovecraft
İthaki Yayınları

 

“İnsanlığın güvenliği ve huzuru için, dünyanın bazı karanlık, ölü köşelerinin ve el değmemiş derinliklerinin olduğu gibi bırakılması mutlak bir zorunluluktur, uyuyan tuhaflıklar dirilmesin ya da kafirce yaşayan kabuslar kara inlerinden kıvrılarak dökülüp, yeni ve geniş fetihlerde bulunmasınlar.”

 

 

 

 

Ama, karanlık çağırır, hep çağırır. Çağrıya dayanamaz insan bilinci, kara kabuslar kara inlerinden kıvrılarak harekete geçer, yeni ve geniş fetihlerde bulunurlar. Deliliğin dağları yükselir, yükselir içimizde... Biliriz, uyuyan tuhaflıkları diriltip onlarla hemhal olmadıkça uykularımız düzene girmeyecektir çünkü. Korkunun nüvesinde korkudan bile isteye kaçmayacağımız bir an’ın geleceğinin idrakı vardır. Asıl o an’ın geleceğini bilmek korkudur, korkutur belki de. Korku edebiyatının kara prensi H.P.Lovecraft’ı bugün neredeyse korkunun kendisi yapan şeyin temelinde işte bu an’ı işaret edişi, bu an’ın içine dille de olsa girişi vardır. O yüzden ta en baştan Deliliğin Dağlarında'ya karşı şüpheyle yaklaşıyorum. Bu hikayeyi bir kez daha okursam eski ben olmayacağımı biliyorum.

 

 

 

 

 

 

 

 

Anlatılan şeyi ya da yeri tam olarak gözümüzün önünde canlandırmaya yetmeyen karmaşık betimlemeler, hikayenin içine dosdoğru girmektense etrafında dönüp durduğumuzu hissettiren bir anlatım biçimi, bir türlü açıklanmayan anıştırmalar ve tuhaf imalar… Lovecraft denince, sıkı bir edebiyat okurunun emin olduğu tek şey bütünüyle kuşku duyduğudur! Kanımca, ondan bu kadar etkilenmemizin, yazdıklarından ve bir yazar olarak kişiliğinden de bunca korkmamızın sebebi budur. Ondandır ki Lovecraft yıllardır bizi ister istemez Necronomiconun peşine, Cthulhu’ya ve Deliliğin Dağları'na doğru çeker durur.

 

 

 

 

Lovecraft, başta Cthulhu mitlerini desteklemek üzere kendine özel bir mit dünyası yaratır. Necronomicon adlı bir kurmaca kitap vardır, 8.yüzyılda Abdul Alhazret tarafından yazılmış, daha sonra Yunancaya çevrilmiş Ölüler Kitabı’dır bu. Necronomicon’a kanımca yazarın kendisi de bir şekilde inanmaktadır zaten.  Pek çok hikayede bu kurmaca kitaba göndermeler yapılır, kahramanların bazıları onun peşine düşer, kimileri onu okuma cüretini ve cesaretini gösterir.  Yazar, bu miti, Rleyh Kitabı, Hasan’ın Yedi Şifreli Kitabı, Dhol Şarkıları, Bilinmeyen Kadath Kenti gibi türlü yasak metinlerle, lanetlenmiş mekanlarla da destekler. Böylelikle her okuduğumuz Lovecraft öyküsü bizi, karanlıkta birbirinin korkudan buz kesmiş ellerini tutan çocuklar gibi, başka bir öyküye bağlar. Lovecraft, dilin içine bir korku evreni yerleştirmiştir.

 

 

 

 

 

 

Deliliğin Dağlarında, Lovecraft’ın en önemli öykülerinden biri. Miscatonik Üniversitesi’nin öğretim üyeleri Güney Kutbunda bir keşif yolculuğuna çıkarlar. Miscatonik Üniversitesi de yine Lovecraft’ın mitik evreninin bir ürünüdür. Sözgelimi bu üniversitede Necronomicon bulunmakta, öğrenciler tarafından okunmakta, türlü gizemler araştırılmaktadır. İşte bu acayip üniversite tamamen bilimsel keşif kaygısıyla bir grup bilim insanını yine üniversite bünyesinde geliştirilmiş çeşitli bilimsel aletleri deneyip kullanmak üzere yola çıkarmıştır. Son derece donanımlı bir şekilde Güney Kutbuna varan ekip mutat araştırmalarını yapar, yeni aletleriyle oldukça önemli bilimsel keşiflere imza atarken işin rengi aniden değişmeye başlar. Zira Lovecraft’ın materyalist bakış açısına daha fazla tahammülü yoktur. Onu yıkmak için, Deliliğin Dağları'nı yaratmaya başlar. Keşif ekibinin bir kısmı, kutbun daha da derinlerini keşfetmek üzere hazin sonlarına doğru yola çıkarlar ve yüksek bir uygarlığın varlığına dair delice mesajlar vererek ortadan kaybolurlar. Bundan sonrası dünyanın milyonlarca yıl öncesine dair gizemli, delice bir tarihi maceradır artık.

 

 

 

 

Hikayenin kahramanı, başlarına gelenleri saklar. Ta ki, bir başka keşif ekibinin Deliliğin Dağları'na gitme hevesinde olduğunu öğrenene kadar. Bunu durdurmak için harekete geçer. Deliliğin dağlarına hiçbir insan gitmemelidir. Ancak bu ekibi durdurmak adına yaşadıklarını, burada karşılaştığı kötülüğün en azından bir parçasını açıklamak zorundadır tabii. Anlattıkları burada yatan gizemi olduğu gibi bırakmak, kabusları uyudukları derin uykudan uyandırmamak içindir. Bu nedenle hikaye hem önümüzde açılır hem de an be an kapanır. Okur olarak sinirlerimizi geren, bizi korkunun içine çeken şey de işte dilin bu sırlı atmosferi olur. Deliliğin Dağlarında'nın Lovecraft’ın en önemli eserlerinden biri sayılmasının sebebi de budur aslında. Hikayeye dair kahramanın ağzından çekip çıkardığımız her gerçek, gerçeküstünün puslu havasıyla bulanmaktadır. İnsanın sinir sistemine şizofrenik bir müdahale eder gibi yazar Lovecraft ve kalıcı hasar bırakır.

 

 

 

 

 

 

Okura son not: Hem Lovecraft’ın mitik everenini hem de Deliliğin Dağlarında'yı daha iyi kavramak açısından Cthulhu’yu pas geçmemek gerekli, derim... Bir de her ne kadar bu çalışma çok sorunlu değilse de, bilimkurgu, korku ve fantastik edebiyat çevirilerine dair sorunlarımızı hala aşamamış olduğumuzu görmekten gelen üzüntümü, dile getiririm.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(Manşette kullanılan görsel çalışma Mike Dubisch'e aittir.)

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.