Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Hayal Gücünün Dinamitini Ateşlemek… Mustafa Akar

Çocukken, Karadeniz’in insana sanki bir asır sürecek kadar uzun gelen ve kesilmeden yağan yağmurlarını izler, can sıkıntısından kurtulmak için kitaplara kaçardım. Yağmur yağdıkça, üzerime hikâyeler de yağardı aslında. Sahi, neye, neyimize yarardı hikâyeler. Ölümden kurtulmak için her gün yepyeni bir hikâye uydurmak zorunda kalan Şehrazat, doğunun gezgin masalcıları mistik bir serüvenin peşinde kıtalar aşan seyyahlar, Marco Polo, İbn Battuta… Her hikâye yeni bir keşif... Önce yakındaki uzakları, sonra içimizdeki yakınları keşfetmek için. 

 

Çocukken haftalar da bana bir yıl kadar uzun sürüyormuş gibi gelirdi. Bunun en büyük sebebi, Jules Verne’in Denizler Altında 20.000 Fersah’ını keşfetmemdi. İlk defa biri karşıma geçip, bambaşka olasılıklardan bahsediyordu. Türkçesi, hayal gücümün dinamitini ateşliyordu yani. Bu müthiş keşfim sayesinde bilimkurguya merak sardım. Bir tarafım uysal bir edebiyat okuru olarak kalırken, öbür yanım hep bilimkurgunun kıraç yollarından yürümem için beni yüreklendirdi. Frank Herbert’in Dune’u ile haftalar geçirirdim misal. Bilmediğim ve aslında hiçbir zaman bilemeyeceğim hayali kara parçalarına Herbert’ın yoldaşlığıyla seyahat ederdim. Bu arada Herbert gerçekten ilginç bir yazardır; daha sekiz yaşındayken yemek masasının üzerine fırlayıp “Ben yazar olacağım” diye tutturur. Babası bu durumu ne kadar ürkütücü bulsa da, dediklerinin arkasında durur Herbert, İkinci Dünya Savaşı yıllarında fotoğrafçılık yapar, Uzak Doğu’ya gider gelir. Dune serisinde bambaşka bir gezegen diye okuduğumuz satırlar, kendi yaşlı gezegenimizin bir tür alegorisidir aslında. 

 

Ursula K. LeGuin de öyle değil midir? Mülksüzler isimli o sapasağlam romanında bize iki ayrı dünyanın savaşını betimler. Hırs, intikam, merhamet duygularının sözlükteki yerlerini birbirine kaynaştırır biraz. Hiç de öyle kocaman laflar edip, ütopyalardan birini seçmez, okur olarak dart tahtasının gövdesine bizi yerleştirir, yap der seçimini, tercih senin. Kazanmak da kaybetmek de senin ellerinde. 

 

Ne yalan söyleyeyim, bilimkurgu türünü hiçbir zaman “gerçekleşmesi mümkün olmayan” tanımıyla birlikte düşünmedim. “Mümkün olasılıkların bütünü” de demedim. Anlatılanların, yaşanılanların bir tür kopyası olduğunu gördüm. Yani Suç ve Ceza ne kadar büyük bir yapıtsa, bana kalsa Otostopçunun Galaksi Rehberi de o kadar büyüktür. Kayıp Zamanın İzinde ne kadar büyükse, Dune serisi de o kadar büyüktür. Hatta bilimkurgu, bir tık daha öndedir. Var mısınız, hayallerinizin dinamitini bir kez daha ateşlemeye…

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.