Paul Auster’ın enfes bir romanı vardır sayın dinleyiciler: Son Şeyler Ülkesinde... Hani Auster’ın Auster olduğu yıllar. Vallahi o zamanlar gençlik, zekâ, yakışıklılık, büyük yazar ortalığı kasıp kavuruyordu. Hele o New York Üçlemesi neydi öyle. O zamanlar biz üniversitenin son demlerini okuyorduk. Metis Yayınevi Cam Kent, Hayaletler ve Kilitli Oda’yı ayrı ayrı basmıştı ki o zamanlar edebiyat okuruyum deyip de bunları okumamış olanı dövüyorlardı. Meşhur postmodernizm rüzgârı daha yeni esmeye başlamıştı. Eski günler... Neyse, Son Şeyler Ülkesinde, tuhaf, karanlık, gizemli bir ters ütopyaydı, insanı rahatsız ediyor, nesneler, şeyler üstüne düşündürüyordu.
Efendim işte ben de dün akşam o soğukta oturmuş çayımı içerek bunları düşünüyordum. Sevgili garsonumuz dağı taşı elektrik sobalarıyla ısıtmaya çalışıyor, arada ellerine hohlayarak kızlara, “buyurun yavrum, nedir arzunuz,” dedikçe Haneke’nin kahramanlarını andırıyordu. Bu sırada Nadir arkadaşımız kopup geldi ve bana “şey”li bir haber verdi. Aldı Nadir, bakalım ne soyladı:
“Cemalciğim hazır ol, Notos’u çıkaran arkadaşlarımız yepyeni bir soruşturma başlatmışlar...”
“Aman sonunda Silivri olmasın Nadirciğim?”
“Canım ne ilgisi var, Notos suya sabuna dokunmaz, biliyorsun, edebiyatımızın en iyi öykücüsü, en genç şeysi, sevdiğiniz kitaplar nedir vs... Öncekiler neyse de, bu seferkine hakkaten ben de anlam veremedim, sana bir danışayım dedim.”
“Ulan danış da, bir an önce söyle, nedir yani?”
“Efendim, çağdaş edebiyatımızda en iyi kırk şey... Konu bu. Fakat ne kastediliyor anlamadım. Nedir yani bu Cemal usta, bana bir yol göster, bir öğüt ver allasen...”
“Valla Nadirciğim, bildiğim kadarıyla daha önce tüm edebiyat türlerini ve genç yazarlarla ilgili merak celbedecek alanları bitirdikleri için herhalde soracak bir şey bulamadılar. Böylece işi camiamıza yıkıyorlar anlayacağın.”
“Yani bir şey söyle de ne söylersen söyle, öyle mi?”
“Aynen öyle. Diyor ki, sana kalmış kardeşim, ne söylersen söyle. Yeter ki bir şey söyle. Ben asıl verilecek cevapları merak ederim Nadirciğim. Kimbilir edebiyat dünyamız ne yumurtalar yuvarlayacak. Fakat burada bir sakınca var bence.”
“Nedir ağabeyciğim?”
“Diyelim içinden değerli büyüğümüz Orhan Pamuk’un adını söylemek geliyor. Bu durumda Orhan Pamuk’a ‘şey’ demiş olmuyor muyuz yani? Hayır, Pamuk’un şeyliği konusuna benim itirazım yok ama bu ayrı konu. Yani Nadirciğim söyleyiş açısından da biraz tuhaf oluyor. Sonra diyelim Elif Şafak’ı beğeniyorsun yazar olarak. Ve kendisi de çağdaş edebiyatımızın fenomenlerinden biridir. Şimdi kalkıp ‘en iyi şeylerden biri de Elif Şafak’tır’ denir mi yani. Hem benim bildiğim, ‘şey’i nesneler için kullanıyoruz.”
“Cemalciğim bu durumda Notos belki de gerçekten nesneleri kastediyordur, olamaz mı yani?”
“Olabilir Nadirciğim... Aslında evet, mantıklı. Dur o zaman ben sana kendi şey listemi sunayım: Pamuk’un gözlüğü, Şafak’ın beyaz elbisesi, Ömer Türkeş’in piposu, Hilmi Yavuz’un tespihi, armudun sapı, üzümün çöpü, şeyin şeyi…”
“Abi tamam, al, çaylar geldi...”
Yeni yorum gönder