Fakat gazeteleri okumak hâlâ eziyet sevgili okurlar. “Köşe” yazarlar gemi azıya almış durumda, iyi mi? Akşam üstü, ulan havalar yine bozdu, diye düşüne düşüne kalkıp her zamanki yerime gittim. Nadir kardeşimiz de yeni havadislerle gelmiş. Oturup çayımızı söyledik, başladık sağdan soldan konuşmaya. Bir ara Nadir geçenlerde kaybettiğimiz Ali Teoman’ı andı. Ben de bu vesileyle Engin Ardıç’ı anayım dedim.
“Nedir abi, Engin Ardıç da nereden çıktı?”
“Valla nereden çıktığını bilmem de, Ali Teoman hakkında bir yazısı var, evlere şenlik canım kardeşim. Bak şimdi, seninle bu ucube meselesi hakkında daha önce çok konuştuk. Ben Türkiye’de yavaş yavaş bir cahil egemenliği kurulduğunu düşünüyorum epeydir. Tabii yeni Türkiye’nin yeni iktidarı kendi aydın sınıfını yaratıyor, bu nedenle aslında çatışma büyük. Şimdi olay şu: Ali Teoman, yıllar yıllar önce Nurten Ay adıyla bir kitap yazıyor. Ve Haldun Taner Öykü Ödülü’nün sahibi oluyor. Ödülü almaya da adı gerçekten Nurten Ay olan bir gölge-yazar gidiyor. Olabilir. Edebiyatçıların yapageldikleri türden bir oyun. Fakat yıllar sonra, (galiba iki sene oluyor) Ali Teoman çıkıp bu kitabın kendisine ait olduğunu açıklıyor.”
“Evet?”
“Nurten Ay’ın ödülü gidip aldığı yıllarda sayın Engin Ardıç da, hayret, bu edebiyat mafyası bu kıza nasıl oldu da ödül verdi, gibisinden bir yazı kaleme alıyor. Fakaat… Yıllar sonra olay ortaya çıkmış, değil mi? Teoman, kitabın kendisine ait olduğunu açıklamış. Hatta Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı adlı kitap da Ali Teoman adıyla yeniden yayınlanmış. Zaten kitap bu oyuna yönelik gönderme ve şifrelerle dolu. Yani Teoman’ın yaptığı tümüyle edebiyatın içinde bir olay. Neyse. Aradan yaklaşık iki yıl geçiyor, Ali Teoman ne yazık ki hastalığa yenik düşüyor. Ve ancak cenazeden sonra Engin Ardıç yeni bir yazı yazıyor bu konuyla ilgili. Yazının başlığı şöyle: ‘Ödül Balonu Patladı’. Yani Teoman’ın ölümü, balonun patlaması… Edebiyat mafyası mı bırakmıyor, Teoman’ın sahtekârlığı mı… Hâşâ, Engin Ardıç değil, fakat bu yazı adi.”
“Gerçekten öyle, demek ki yazıyı ancak Ali Teoman’ın cevap veremeyecek duruma gelmesi, yani ölmesi durumunda yazmayı gözü yemiş.”
“Evet, fakat dikkat ettim; Ardıç’ın edebiyatçılara karşı tutumu böyle. Zaten (bu bana kedi-ciğer meselesini hatırlatıyor) tüm edebiyat dünyasına karşı içi nefretle dolu. Sözgelimi hakiki mafyaya karşı bir yazısını görmedik ama sıra edebiyatçılara gelince mangalda kül bırakmıyor; edebiyat mafyası aşağı, edebiyat mafyası yukarı… Bu arada edebiyattan ne anladığı sorulsa herhalde ulanlı şerefsizli yazılar döşenecek. Ha, bunun böyle bir vakası daha var ayrıca…”
“Öyle mi? Nedir abicim, oğlum çaylarımızı tazele sen…”
“Demirtaş Ceyhun öldüğünde de daha cenaze kalkmadan merhuma giydirmişti. Malum Ceyhun için medyada yazılar çıkmıştı; yeri doldurulmaz diyen de vardı, iyi yazardı, Allah rahmet eylesin diyen de…”
“Engin Ardıç ne yazdı?”
“İyi yazar falan değildi, zaten son yıllarda ulusalcı olmuştu, kimse de okumuyordu vs vs. Düşündüm. Maazallah bu görüşlerini Ceyhun hayattayken yazsaydı herhalde alacağı cevap kallavi olurdu.”
“Ee, adam haklı. Ciğer hakkında yazacaksan bekle ölsün, sonra kim uğraşacak değil mi ama?”
Kardeşim,
Demirtaş Ceyhun iyi bir yazar değildi.
Ali Teoman'ın Nurten Ay isimli zavallı bir sekreter kızı edebiyat adına değil marazî bir ego uğruna kullanması da iş değildi.
Engin Ardıç da bu hafiflikleri yazmış gidenlerin ardından. Ne var bunda.
Badem gözlülük oynamaktan bıkmadınız mı kardeşim.
Yeni yorum gönder