Dilimize giren, dilimizde türetilen yeni sözcüklere bakınca, hele bunların nasıl ortaya çıktığını, ne sürede günlük yaşamımızda yer aldığına bakınca, insan büyüleniyor. Efendim, dil gerçekten büyüleyici.
Zamanında Aydın Köksal hocamızın başına gelmedik kalmamıştı şu “bilgisayar” sözcüğü yüzünden. Neymiş? Bu ne biçim sözcükmüş böyle? Bilgi hiç sayılır mıymış? Hey Allahım… “İçerik” sözcüğüne bakıp “eriğin içinden mi söz ediliyor burada?” diye soranı mı ararsın, “yaşam” sözcüğünde yalnızca ikinci heceyi göreni mi? Mesele şu sayın okurlar: Yüzlerce yıl kökenini bilmediği sözcüklerle, Arapça-Farsça tamlamalarla konuşunca, dilin nasıl işlediğini de bilmiyor tabii muhteremler.
Neyse, önceki gece Kant’ın "Arı Usun Eleştirisi" kitabıyla boğuştum, bu mantıkla Us adını taşıyan bir arıyı aramam gerekiyordu ama bırakalım şimdi… Efendim kar gelmem diye tutturdu, havanın soğuyacağı yok, nasıl olsa garson kardeşimiz de sokağı ısıtıyor, biz yine Nadir kardeşimle dışarıda oturduk, çaylarımızı söyledik. Nadir’in canı pek sıkkındı, ben de biraz eğleniriz diye düşünerek bu yeni sözcükler meselesini açtım. Buyrun:
“Nadirciğim yeni sözcüklerle aran nasıl bakalım?”
“Nerden çıktı abi şimdi bu?”
“Öyle aklıma geldi, geçenlerde Hulki Aktunç’la yapılmış bir söyleşiyi okuyordum. Konuşan, Rıza Kıraç. Aktunç dil tartışmalarıyla ilgili bir anısını aktarıyor orada. Vaktiyle hazretin biri güya dalga geçecek; demiş ki, ‘yaşam da neymiş yahu, bunun yaşı kurusu mu olur?’ Bu kişiye yanıt vermek işini Necati Tosuner ustamız üstlenmiş, e biz sizin ‘kelam’ınıza karışıyor muyuz, demiş, nasıl?”
“Abi harika valla. Ama yine de ben bu dil devriminde biraz ileri gidildiğini düşünüyorum yani, nasıl desem.”
“De de, çekinme kardeşim, zaten dil devrimi mi kalmış?”
“Öyle yani, eski kültürümüzle bağımız kopmuş yani, anlatabiliyor muyum?”
“Evet de, Nadirciğim, hangi kültürden söz ediyorsun? Mesela Erzurumlu Emrah mı, Abdülhak Hamid mi?”
“Abi o nasıl soru öyle, bunların hepsi bizimdir yani, şimdi tutup ayrım mı yapacağız?
“Nadirciğim, diyeceğim, evelallah tabii hepsi bizim de, Emrah’ı ne güzel anlıyoruz. Adam yabancı kelimelerle süs yapmamış yani. Neyse sonuçta dilde de sınıf meselesi var. Fakat dur yahu ben asıl başka bir şey konuşmak istiyordum seninle.”
“Nedir Cemalciğim, merakla bekliyorum.”
“Şimdi şu best-seller kitaplar var ya…”
“Evet abi?”
“Biliyorsun bu sözcüğün Türkçe karşılığı var, az çok yerleşti de; çoksatar…”
“Evet, ‘çoksatar’ yerleşti sayılır, kullanılıyor artık.”
“Evet, şimdi sıra şunda, bence nasıl edebiyatla çoksatar ayrıştıysa, bunların yazarlarının da ayrı ayrı isimlendirilmesi yerinde olur. Kesinlikle ayrım yapma isteğimden değil ha! Tabii ki yazarlık bir meslektir, yazar da istediği türde ürün verir. Fakat Batı’da biliyorsun çoksatar listeleri ile edebiyat listeleri ayrı. Fakat bizde ayrılmıyor ve bu da kafa karışıklığına yol açıyor.”
“Abi yine hınzırlık yapma da söyle ne söyleyeceksen, üşüdük zaten. Ne öneriyorsun çoksatar yazarı için?”
“Yazarkasa.”
“Abi güzel de, olmaz, biliyorsun o marketlerde kullanılıyor ve iyice yerleşmiş güzel bir kelimemiz.”
“Peki ulan dil nedir, düşün ki bir sözcüğün anlamı genişliyor.”
“Neyse Cemalciğim senin keyfin yerinde bugün, biraları söyleyeyim mi?
böyle bir yerde söylemek iitbyeesleceğimiz her şeyi çok iyi ifade etmiş, sımsıkı kucaklayıp tebrik etmek isterdim. benim de işlerin iyi yönde ilerleyebileceği konusunda çok ciddi endişelerim var, en azından, dünya böyle kalabilse bari.kanser çok sıradan bir hastalık oldu artık, yediklerimizin yüzde kaçı doğal ki.. hadi onu geç, eti puf pastinin kabını atarken bu kadar plastik ve çöp nasıl yok olacak diye düşünmeden edemiyorum. sonumuz wall-e’deki gibi olacak heralde, dünya çöplüğünü terk edip bu defa da uzaydaki olası canlı hayatını yok edeceğiz.insanlar “yenilenebilir enerji” deyince halen “peki bu yenebilir bi enerji mi ha hah” diye espri yaptıklarını sanıyorlar bir de, tüm bunlar, çok sinir bozucu.
Yeni yorum gönder