Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Haftalık sansür bülteni

Sürekli okurlarım Sabitfikir’in haber bölümünün tutkunu olduğumu, bu bölümü didik didik etmeden haftaya başlayamadığımı bilirler. “Pazartesi oldu mu, derginin başına kurulup önce keyifli bir edebiyat turu atarım”, demeyi çok isterdim tabi ama ortalıkta kol gezen genellikle, dünya edebiyat gündemi bir yana, can sıkıcı, isyan duygularını kabartıcı haberler.  Bu haftakiler ise sanki hepsinden beter... Çok da kötümser olmak istemiyor, hatta kim bilir belki yazdıkça açılırım diyerek haftanın ucundan kıyısından sansüre, yasağa bulaşmış dört ilgi çekici haberine geçiyorum. 

 

İlki, aslında geçtiğimiz haftanın haberi. Bildiğiniz gibi William Burroughs'u, onu Türkçeştiren çevirmeni ve yayımcıyı yargılıyoruz ülkecek. Bu, kötü haber. İyi haberse Çevirmenler Meslek Birliği’nden gelen protesto. Çevbir, “Mesleğimizi suça çeviren zihniyeti protesto ediyoruz”, diyor ve devam ediyor,  “Sanatı, edebiyatı, özgür basını ve çevirmenlik mesleğini kısıtlayan zaman dışı kalmış yasal mevzuatın acilen değişmesi gerekmektedir. Mesleğimizin onuru, bir eseri mevcut toplumsal baskılara ve kendi kişisel görüşlerimize, hatta hislerimize kurban etmeden aktarmakta yatar. Yayıncıları, çevirmenleri, hatta hiçbiri bulunamadığında matbaacıları bundan ötürü soruşturup yargılamak topluma yönelik bir ayıptır.”  Burada, çevirmenliğin zorluklarına, çeviri ahlakına girmeye gerek yok, hepimiz biliyoruz çevirmenlik mesleğinin ülkemizde azıcık hatta komik denebilecek ücretler karşılığında yapılmaya çalışıldığını. Yazarların yenilen haklarından da beter bir şekilde çevirmenlerin haklarının yendiğini, bu mesleği her şeye rağmen yapmaya çalışanların çarpık bir yayın-dağıtım sisteminin en büyük kurbanları olduğunu. Akla zarar gerekçelerle yargılanmaları ise olsa olsa ummanda bir katre daha.

 

Sanal hassasiyetler-yürüyen kelimeler

 

İkinci haber “138 Yasak kelimeyle öykü yarışması”. Bihaber olanlar için tekrar edeyim “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun”a dayanarak internet sitelerinin, belli kelimeleri alan adı olarak kullanması yasaklandı. Tabii haliyle bu yasaklı kelimelere taktık kafayı, cinsel içerikli kelimeler, küfürler elbette yasak, keşke aynı hassasiyet şiddete karşı da olsaydı, diye geçiriyorum içimden, cinselliğe gösterilmeyen hoşgörü şiddete de gösterilmese de, toplumsal zemin böyle kaygan, böyle kaypak, böyle ikiyüzlü olmasa. Bir de  “beat”  gibi, “hikaye” gibi neden yasak olduğunu anlayamadığımız sözcükler var… Özellikle bu iki kelimenin yasaklanma amacını biri bize açıklasın istiyoruz... Bir sitenin bu yasaklı kelimelerden oluşan öykülerle yarışma düzenlemesi ise geldiğimiz son nokta. Her türlü yasakla yaşamaya alışık, ölümsek, görmezden gelmeci bünyemiz, söz konusu internet ortamı olunca kaplan kesiliveriyor. İnterneti, girilmedik tek kale olarak mı görüyoruz yoksa sanal hassasiyetler geliştirmek daha mı kolay geliyor? Onu da zaman gösterecek…

 

Üçüncü haber, sansürle, yasakla alakalı mıdır tam bilemiyorum, öyle olmamasını umut ediyorum… Ntv Yayınları, kendini “Bilim”den başlayarak daraltmaya karar vermiş (Bknz. 02.05.2011 Sabitfikir, “NTV Yayınları Daralıyor, NTV Bilim Artık Yok” başlıklı haber.) İki sebep olabilir diye düşünüyor insan: Birincisi popüler de olsa bilimin ilgi çekmemesi, satmaması, ikincisi ise siyasi yahut toplumsal bir baskı. Açıkçası hangi ihtimal daha kötü bilemiyorum. Her bakımdan üzücü bir gelişme. 

 

Ve son sansür haberi dünyadan: “Oscar Wilde'ın Dorian Gray'i soyundu”… Bundan tam 121 yıl önce yayımlandığında İngiltere’yi yerinden oynatan “Dorian Gray’in Portresi”ni, yazarı ve editörü zaten sansürlemişti. Dönemin İngiliz ahlakını ve toplumsal yapısını acımadan eleştiren, alaya alan yapıtın özeleştiri süreci bile yeterli gelmemiş, Oscar Wilde ne kadar dikkat çekerse çeksin, sevilmeyen, itici biri olarak bir hakaret davasını kaybetmiş, davanın ardından da iflah olmayıp ölmüştü. Şimdilerde Harvard Üniversitesi, Nicholas Frankel editörlüğünde romanın sansürsüz halini yeniden basıyor. Ancak Frankel her ne kadar “Oscar Wilde’ın 21. yüzyılda romanın bu sansürsüz halini okumamızı isteyeceğini düşündüğünü” belirtse de, 21. yüzyıl Wilde’ı orijinal haliyle okumaya hala hazır değil gibi. Kimi eleştirmenler, kitabın gerçeğinin sansürlü halinden daha iyi olmadığı görüşünde. Sansürün bir kılıfı da sözde eleştirel hassasiyet. Medeniyet geliştikçe dişlerin dökülmesini engelleyemiyor... 

 

Herkese iyi haftalar…    

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.