Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Kozmik okyanus çorbasında bir dalgın damla

Hep derim, çoksatan kitaplarla aramda bir aşk-nefret ilişkisi vardır, elim onlara gider gider de gelir, sonrasında çoğu zaman bile bile lades olmanın getirdiği hayal kırıklığı, az zaman ise hayret verici bir sevinç kaplar içimi... İşte “Marduk’la Randevu” ile Türkiye çoksatar listelerini bir zamanlar yerinden oynatan Burak Eldem’in son çalışması ile aramda önce böyle duygusal ve kurgusal gel gitler yaşandı. Derken kendimi alamadım “Kozmik Okyanus”un sayfalarına karıştım; evrendi, evrenin oluşumuydu, yaradılıştı, yılan sembolizmiydi, Sümerler’in gizemiydi, buralardan alabildiğine kaçtım… Zira içim; geleceğini düşünmeyip geçmişten zaten bihaber olanların, sade ve sade bugünün gündelik, sıradan, sığ ve ucuz mu ucuz çıkarlarının peşinde koşmanın can hıraş bir tezahüründen ibaret malum seçim dönemimizden şöyle bir kopma arzusuyla doluydu. Kaçış edebiyatının artık kaçış edebiyatı olmadığı tescillendiğine göre, fantastikti, bilim kurguydu, kesmeyecekti beni, kendimi çaresiz, kadim çağların ezoterik bilgilerine açtım, Eldem’in kozmik okyanusuna daldım… Hedefim bu okyanusun sırlarına vakıf olmaktıysa da sonum, kozmik bir çorba içinde dalgın bir damla olmaktan öteye gidememekte kaldı.  

 

“Kozmik Okyanus”, yani Saklı Tarih Üçlemesi’nin son kitabı için, bir tür başlangıca dönüş araştırması, diyebilirim. Eldem, önce evrenin oluşumuna, sonra insanın ortaya çıkışına derken de uygarlığın ilk adımlarına götürüyor bizi. Şöyle ki, olan bitenleri, önce tek tanrılı dinler öncesinden elimizde kalan belgelerle, sonra tek tanrılı dinler ekseninde, nihayetinde de günümüz teknolojisinin ve bilimin ışığında toparlayıp yorumlamaya çalışıyor. Hikaye nereden bakarsak bakalım müthiş tabii, özellikle tektanrılı dinlerin dünyayı cinsel, bilimsel ve tinsel anlamda ne derece çarpık, ne derece kaotik bir yer haline getirdiğini bir kez daha öğrenmek, hatırlamak açısından öyle… Bugün, evrenin varoluşuna dair kabul edilmeye başlanan bilimsel gerçeklerin tektanrılı dinler öncesinin kadim uygarlıklarında, farklı ve daha sembolik bir dilde de olsa zaten bilindiği, ve bu bilgiler ekseninde yaşandığı, medeniyetler kurulduğu bilgisi hiç de şaşırtıcı değil.  

 

Eldem, aklını kayıp kıtalara takmış araştırmacılara benzemiyor hiç, hatta bu türden araştırmalara kendini veren pek çok yazardan farklı olarak kendisi için oldukça sağduyulu da diyebilirim, ancak o bile bütün bunların kökeninde belki de izleri çoktan silinmiş, silikleşmiş ortak bir kültürün bulunabileceğini düşünmekten kendini alamıyor. Doğrusu ben de alamıyorum. Sümerler’in AN.Kİ’sinden, Mısırlılar’ın Atum’una, Hintliler’in Brahma’sından Çinliler’in Pangu’suna, tektanrılı dinlerinin ilahi yaratımından bilimin büyük patlamasına dalgalı geçişler yapıp kendimi bir kuantum çorbasına katıyorum.     

 

Buyurun ezoterik yanılsamalar dünyasına

 

Ezoterik bilgilere ulaşma çabası, kuşkusuz hiç de anlamsız değil, insan her şeyin bu denli sıradan, bu denli sıkıcı ve sözde açıklanabilir olduğu bir dünyada yaşamakta olduğuna inanmak istemiyor ne de olsa… Bilmediğim, görmediğim ve hatta benden saklanan bir şeyler olmalı diyor, keşke olsa diyor… Ancak, bu tür bilgileri gün ışığına çıkardığı söylenen her çalışma bilgilendirmekten ziyade sadece bu arzuyu daha da körüklemeye, ezoterik bir yanılsamalar dünyasında ruhani bir kayboluşa yönlendiriyor sanki. 

 

“Kozmik Okyanus”, başta da belirttiğim gibi sağduyulu bir çalışma, insanı diğerleri gibi bir tür ezoterik çılgınlığa sürüklemiyor, kışkırtmıyor, ama bu tür mevzularla ilgilenenlere çok da yeni bir şey söylemiyor. Dinler tarihi, kültürel araştırmalar ve hatta basitleştirilmiş kuantum fiziği okuyalım derim, kaçmanın da bir sonu var…

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.