Bir yazar, yazdığı romanı televizyonda izlerken ne hisseder? Michel Faber, BBC tarafından Günahkar Kırmızı Masum Beyaz (The Crimson Petal and the White) isimli romanından televizyona uyarlanan diziyi izledikten sonra hislerini kaleme aldı.
Faber kendi kitabından uyarlanan diziyi izlediğinde hiç beklemediği şekilde ağladığını anlatıyor: “Birkaç gün önce bir televizyon dizisini izlerken gözyaşlarımı tutamadım. Bu pek sık olmaz. Senelerdir televizyon izlemediğim gibi kolay kolay da ağlamam. Kendi sıkıntılarım beni ağlatabilir ya da bazen bir şarkı - mesela June Tabor’un “A Proper Sort of Gardener”ının her zaman yaptığı gibi - gardımı düşürebilir. Fakat iş romanlara ya da televizyon uyarlamalarına geldiğinde dayanıklıyımdır. Duygulandırma ya da dokunaklı olma yeteneği benim için mesleki taktik ve tekniklerdir, yazar olarak bunları gerektiğinde alet çantamdan çıkarır ve kullanırım. İnsanları gözyaşına boğan bir film gördüğümde, ifadem bile değişmeden çözümleme yaparım: ‘İnsanların ağlamalarını bekledikleri yer burası ve hiç fena olmamış. 10 üzerinden 6, belki 7.’ Buna rağmen birkaç gün önce televizyon karşısında boğazım düğümlendi.”
Yazar, neden bu kadar etkilendiğini anlatırken, bir uyarlamanın nasıl olması gerektiğine ilişkin düşüncelerini de ortaya koyuyor. Faber, BBC’nin uyarlamasının etkileyiciliğine değinmeden önce, Hollywood’a taş atıyor:
“Ağlamamın nedeni ‘yavrum’u sahnede görmüş olmanın getirdiği ebeveyn gururu muydu? Hiç sanmıyorum. Benim için romanımın filmleştirilmiş olması kendi başına birşey ifade etmiyor. 2002 yılında Günhakar Kırmızı’nın yayımlanmasının ardından, uzun bir süre Hollywood onu uyarlayacak gibiydi. Örümcek Adam’ın yapımcıları kitabın film haklarını satın almışlarıdı ve Kirsten Dunst’ın romanın ana karakteri Sugar’ı oynayacağı söylentileri dolaşıyordu. Yayıncımın bana ilettiği onuyla ilgili gelişmeler, Tayvan’da düzenlenen bir moda fuarı haberi gibi geliyordu bana. Kimin umrundaydı? Yapımcılar sürekli bana Viktoryen döneme ilişkin ıvır zıvır sorular soruyordu. Anladığım kadarıyla amaçları işin içine ne kadar gireceğimi test etmekti. Hollywood’un yazarı senaryo yazımı konusunda pohpohlayarak işin içine çektikten sonra, yazdıklarını yarım düzine insanın yontduğunu bildiğimden, nezaketi elden bırakmadan soğukluğumu korudum. Proje de hiçbir zaman hayata geçmedi.”
BBC’nin uyarlamasında ise durumun oldukça farklı olduğunu, dizinin kendi sanatsal özgünlüğüne sahip olduğunu söylüyor. Üstelik yazara göre senarist ve yönetmen romanı son derece doğru bir yerden yakalamış:
“İlk olarak annesi, daha sonra ise tanıştığı herkes tarafından bütün hayatı boyunca suistimale uğramış bir kız hayal edin. Bu kız henüz 19 yaşında olmasına rağmen senelerdir fahişelik yapıyor. Fakat zeki, çok zeki. Bir müşterisi ona aşık oluyor (yoksa olmuyor mu?) ve zekasını kendi işlerinde yardımcı olarak iyi bir yönde kullanmasını sağlıyor. Daha pek çok şey oluyor, hikaye uzun, burada anlatacak yerim yok. Fakat sonuçta bu fahişe kendini 6 yaşında bir çocuğa bakarken, ona annelik yaparken buluyor. Hepimiz suistimal döngüsünün acımasız olduğunu biliriz. Kahramanımız bu küçük kızın ruhunu, aynı annesinin ona yaptığı gibi zehirleyecek mi? Geçen hafta televizyonda bu hikayenin sergilendiğini izledim. Küçük bir çocuğu sarıp sarmalayan genç bir kadın gördüm ve bu geçen kadının gözlerine bakarak çocuğa zarar veremektense kendini öldüreceğini söylebilirdim. Onun gözlerine bakarlen kendi gözlerim yaşardı.
Günahkar Kırmızı dizisine gösterilen ilgi ve tepkiler tabii ki müstehcenlik ve sekse odaklandı. Neyse ki aktörlerin performansları üzerine de övgüler vardı. Sugar’ı oynayan Romola Garai bir kez daha dönemin kıyafetleriyle göründüğünde seyirci yine bir Viktoryen dönem nostaljisiyle karşı karşıya olduklarını düşünmüş olabilir. Fakat Garai onları bambaşka bir yere, yatak odasına yerine çocuk odasında biten bir yolculukla, yaralı ve korku dolu bir kadının ruhuna taşıdı. Seneryo yazarı Lucinda Coxon, 850 sayfalık bir romanı filme aktarılabilir bir boyuta getirirken hikayenin kalbinde kaybedilmiş ya da bilinmeyen annelerinin arayışında gereğinden fazla büyümüş yetişkinlere ve onların hayat verdiği çocukların, ebeveyn bakımı ya da onun yokluğunun yer aldığına karar vermesi bilgece. Günahkar Kırmızı’nın herhangi bir film ya da televizyon uyarlamasının bu temayı sıkıcı bulacağından ve bunun yerine acımasız ve güzel bir sosyete fahişesinin hızlı yükselişine odaklanacağından korkardım. Senarist Coxon ve yönetmen Marx Munden bu yoldan gitmemiş.
Yıllar boyunca kitaplarımın televizyon ve film uyarlamaları konusunda sorulan sorulara, bunların hiçbirinin orijinal eseri değiştiremeyeceği ya da bozamayacağının altını çizerek cevap verdim. Günahkar Kırmızı Masum Beyaz bir kitap; ve okuyucular onu okumaya başladığında onları kaybeder ya da kazanır. Bu ilişki sürüyor. Fakat bu sefer, benim için şaşırtıcı bir biçimde, televizyonda kendi sanatsal özgünlüğü ve duygusal gücüne sahip olduğunu hissettiğim bir eser gördüm. Bu başkasının bebeği, fakat kahretsin ki ona nasıl davranıldığını umursuyorum!”
Yeni yorum gönder