Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Yalan haber kendini yalanlar…

Buyurunuz habere: “Paul Auster reklam yapıyor”. Kim demiş, Ölüm Pornosu’nun ve Dövüş Kulübü’nün yazarı Chuck Palahniuk, demiş. Nerede demiş, “Amerika’nın en prestijli edebiyat dergilerinden biri olan Colombia”da demiş. Ne zaman demiş, bu belirtilmemiş. Peki kim görmüş bunu “Colombia”da da bize söylemiş, izdiham.com. Biz nerelerden duymuş ve okumuşuz, irili ufaklı pek çok internet haber sitesinde.

 

 

Haberin en can alıcı yerini alıntılıyorum. “Türkiye İslam ülkeleri arasında parlayan bir yıldız halini aldı. Bunda ülke başbakanının etkisi çok büyük. Recep Tayyip Erdoğan’ın popüleritesini kullanması bilinçsiz değil. Lulu On The Brdige ( Lulu Köprüde) kitabını filme çekerken ettiği zararı bir şekilde çıkartması gerekiyordu. Edebi metinlerindeki başarısızlığı siyaset yoluyla çözmek istemesi en az eserlerindeki bayağılık kadar çirkin.”

 

 

 

Hal böyle olunca sorulara devam etmek gerekiyor: Yahu Chuck Palahniuk, Auster’in yakın arkadaşlarından biri değil miydi, ne oldu da onu böylesine yerden yere vurdu? Üstelik de Ölüm Pornosu’nun çevirisi, yayıncısı yargılanmıyor muydu? Palahniuk, kendi kitabının yargılandığı bir ülkeyi  neden böylesine koruyor?

 

 

Çağdaş edebiyatın sistem karşıtı şaheserlerinden birkaçına imza atmış bu sıkı adam Türkiye’yi İslam ülkeleri arasında sayıp bir de onu yıldız addeder mi? Lulu Köprüde filmi çekileli yıllar oldu, hala mı onun kaybı söz konusu?  Bu film Lulu Köprüde değil de Köprüdeki Lulu, değil miydi… Sorular, daha da uzayabilir elbette. Üzerinde durmamız gereken şey şudur: İyi bir haber, önünüzde binlerce soru açan değil, sorularınızı cevaplayan bir haber olmalıdır. Tabii yalan haber değilse…

 

 

 

 

 

 

 

 

İzdihamcılar, bugün ortaya bir yalan haber attıklarını ve herkese de yutturduklarını açıklamışlar, sonra da bir güzel habercilik dersi vermişler sitelerinden bu haberi sorgusuz sualsiz alıntılayan dergilere, haber sitelerinin editörlerine. “Aslında amacımız şu idi: Bütün bu koca koca haber siteleri, gazeteler ve televizyonlar milyonlarca lira para dönen yerler. Her bir gazete, haber sitesi veya televizyonda onlarca, yüzlerce kişi çalışıyor. Belki de daha fazlası. Ama gelin görün ki bu hazır olanı alıp anında kullanma histerisi, bu esrarengiz şehvet karşısında toplum olarak hiçbirimiz karşı duramıyoruz.”
Şimdi buyurunuz, dijitalleşme çağında habercilik anlayışının nasıl olması gerektiğine dair polemiklere… Ben buna kişisel olarak internetin haber değil de, eğlence anlayışı diyorum. İnternet ortamında doğru ve gerçek peşinde koşmanın beyhudeliği, diyorum. Elimizdeki bu yalan haber şüphesiz bunun kaba bir örneği, ama bize esas gerçeği işaret ediyor: Gerçeğin olmadığı gerçeğini.

 

 

Kaç kişi okudu bu haberi ve kaç kişi bunun yalan bir haber olduğunu fark etti. Önemli olan şimdi kimlerin zihinlerinde Palahniuk’un Paul Auster’e dair gerçekte sarf etmediği sözlerin yer ettiği belki. Ya da zihinlerde yer ettiği ne malum, kaç kişi bu haberi okuyup bir daha hatırlamamak üzere hayatına devam etti.

 

 

 

 

 

 

 

Evet, sanırım üzerinde konuşulması, düşünülmesi gereken şey tam da bu. Dijital çağda, bilgi bombardımanı altındaki zihinlerin dikkatini çekmek, ay değil, gün değil, birkaç saniyeden fazla zihinlerde kalabilmek çabası ve arzusu, her yere her şeye hakim. Bu arzunun pekala farkında herkes, zira aynı anda arzunun nesnesi ve öznesiyiz hepimiz. Hepimiz hem dikkat çekmek istiyoruz hem de dikkati çekilmek istenen yığınların bir parçası olarak yaşıyoruz. Bizden bir nesil öncekiler hatırlarsanız hep konsantrasyonun önemini vurgularlardı, başarının birinci anahtarı olarak. Bizim neslimiz ise parçalanmanın, zihni daha çok daha çok bölmenin ve elbette hızın peşinde. Haberler, yorumlar, eleştiriler, beğeniler, beğenmememeler, görüntüler saniyeler içinde değişir, yanımızdan geçerken biz onlardan en fazla ne kadar kapabiliriz, derdindeyiz. Gerçekliğe ve estetiğe dair değerler her anlamda artık çok uzağımızda.

 

 

 

Hal böyle olunca, yalan haber kendini yalanlar olsa olsa... Başbakanımızın azarlarından nasibini alan Auster’a ve Palahniuk’a, internete ve yarattığı o şahane paradokslar dünyasına selam olsun…         

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.