Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Şiir


Şiir / Hüseyin Atabaş

İÇİMİZDEKİ BOŞLUK




Toplam oy: 751

Sen çocukluğumun yok ülkesinde
                 sevecen bir albatros kuşuydun,
elimi bırakınca yittim kendi içimde bile;
bilmezdim yine de yalnızlıktan yorulacağımı.
Sen bütün anneler gibi telaşlıydın
                        ve taşralıydın sevgililer gibi,
gençliğimi bile anımsayamadım bir süre
zaman bulup da seni düşünmekten!..
 
Bir yanlarım aksayarak yaşlandım,
              yüreğim sürekli tekliyordu ki
bir duyan olurdu belki beni diye. Bendeki
sen azalıyordun, belki de dünyaydı eksilen!..    
Haklıydın telefona cevap vermemekte,
       keyfi yerinde olan haklıdır her zaman;
neyin ne zaman nerde olacağı bilinmez
bir de keyfinin kaçtığını düşünsene!..

Güz bulutları yolumuzu örttüğünde
                    nasıl arayıp bulduysam seni
ve nasıl incindiysem seni geri çağırmaktan
hüzünleri unut sen de, anıları sil defterinden!
Unut gibi tüm aşklarını eğer yürekliysen,
yineleme yaşadıklarını bir kez daha.

Ve şunu hiç unutma ki, hiçbirimiz
geri alamıyorsak enikonu geçen zamanları,
haklıyız anamızdan doğduğumuzdan beri
içimizde bir boşluk duyumsamaktan!.. 



  Mahmut Temizyürek

Hüseyin Atabaş (1942): Dokuzuncu şiir kitabı Çıplak Su’da (2009) asal izlekleriyle bir kez daha tazelenmiş biçimde beliriyor. Kendisiyle, zamanla, insanla, aşkla konuşup dertleşmenin, bazen de verili hayatla çarpışmanın ama eşitsiz savaşta hile hurdayla yenik düşmenin kederiyle işliyor şiirler. Mevsimlerin, zamanın ve zamanın kendine benzettiği şeylerin, daha çok da belirli bir zamandaki kentin insan hallerinin şiirlerini yazmaya devam ediyor Atabaş.

Şairler, hiç kimseye ait olmayan kentlerin uyumsuz çocukları oldular modern çağda. Ellerinde kalem kentin duvarlarına silinmeyecek yazılar yazmaya çalıştılar. Baudelaire, Apollinaire, Cendars, Kavafis, Aragon, Yahya Kemal, Nâzım, Orhan Veli, Hilmi Yavuz, Cemal Süreya vb vb. Türkiye’de özellikle Ankara ve İstanbul ikametli şairlerde kuvvetli bir duygu bu. Aralarında, kenti alımlama biçimleriyle epey bir fark var. Ankara şairleri, kentlerini sevmekle nefret etmek arasında yaşarlar; İstanbullularsa ona tapınmakla ondan kabul görmek arasında. Kentler onları kabullendikçe yaşadıklarına dair güven duyarlar. Bu ise nadir bir duygudur ve gelip geçicidir; çünkü su gibi akıp gitmekte, durmadan yüz ve huy değiştirmektedir zaman içinde kentler. Edip Cansever, şiir ortamında kabul gördüğü o nadir yılları şöyle anıyordu: “Çiçek Pasajı’nın bizleri takındığı yeni koparılmış çiçekler gibiydik. Bin dokuz yüz altmışlardaydık... Ben ve arkadaşlarım, olgunlaşan günün koparıp yakasına taktığı henüz genç çiçeklerdik: Işıyorduk.” İstanbul ışıldatır ama yitik de bırakır; Ankara ne ondurur ne öldürür, ne kamaştırır ne buruşturur; tıpkı gri göğü gibi bozbulanık bırakır şairi. Ankara’yı bu duyguyla yaşamayan, kentin genç hayatlara açık olduğu yıllarda özellikle, sakini olmaktan az ya da çok tat bulan şairler de oldu. Örneğin Ceyhun Atuf Kansu, Cemal Süreya, Hasan Hüseyin, Ergin Günçe, Abdülkadir Budak, Ali Cengizkan, Akif Kurtuluş... Ama Mehmet Taner, Hüseyin Atabaş, Şükrü Erbaş, Ahmet Telli, Hayati Baki, Ahmet Erhan, Adnan Satıcı, Aydın Afacan gibiler için bunu söylemek zor. (Bir de Hasan Ali Toptaş var; yazdıklarında büyük imgeler gözeten romancı. Onun kahramanları için kent, agorafobinin kaynağıdır; huzursuzluk, kötülük, yitiklik, değersizlik bataklığıdır, battıkça bu duyguları çoğaltan kaotik mekan.) Kentin suyunda “ışıldamak” için zaman da duru olmalı gökyüzü de; ki pulları zamanın suyunda kamaşabilmeli. Ama zaman bulanık, dahası irinli bir su gibi akıyorsa, gümüş balığı da olsanız parıltı belirmez, şair görünmez. “Belki bundandı Cemal Süreya'nın Kızılay'da / Huzursuz bir zürafa gibi dolaşması” diyordu Ahmet Telli.
Atabaş ve diğer arkadaşlar daha çok 80 sonrasının Ankarasında yazdılar şiirlerini; hayata dair ışıkların tümden söndürüldüğü, insana, aşka ve geleceğe dair parıltıların haki brandalar altında hapsedilip çürütüldüğü yıllar. Ahmet Telli’nin Su Çürüdü kitabı bu atmosferde yazılmıştı. Hüseyin Atabaş’ın Ankarası da, doğduğu ve ergenliğini yaşadığı Trabzon’dan sonra ne kadar kentim diye kabullenmeye çalışırsa çalışsın onduran gönendiren bir kent değil. Doğururken ölmüş bir anne gibi daha çok, hep varlığını arayacağı, boşluğunu duyacağı bir kayıp ana-kent. Umutla başlayan hamlenin, çöküntüye düşen eylem mekanı. Bu da hayata sitemi getirecektir, şiirlerinde görüldüğü gibi. Bu hayat eski ya da yeni sevgili kılığına da girecektir sık sık. İçimizdeki Boşluk’ta, Bendeki sen azalıyordun, belki de dünyaydı eksilen!   dizesi ve devamı da bunu düşündürüyor. Bu bir yaşlanma duygusu değil, arzulanan kamaşmaya kavuşamamasıdır şairin; gençlikte de hissedilir, yaşlanınca da.  Şairin dilindeki sitem de bu beklentinin oluşmamasındandır. Hırçın da değildir şair, kırılgan bir tevekkülle yaşar zamanı; sitemkârdır en fazla, kendince bir “yorgun denge” kurmuştur zamanla, aşkla, kentle, her şeyle. “Çoğu kalabalığın yalnızı bencileyin, / göz göze ıssız bir ömür kimilerininki; / zamana küs iki mevsimiz seninle. // Zaman önemli oysa, öylesine ki / sevmeye de ayırmasını bilmeli insan. / Biz yormayalım birbirimizi hiç değilse, / yanıltır insanı çünkü yorgun denge.”

Bu duyuş biçiminin lirizmi, şairin yazılarında, konuşmalarında sık sık önemseyerek andığı gibi, hümanist bir ideal düzeye erişmek değil, hayatın hayhuyundan kaçamamak yolunda işler. O yüzden ondurucu ya da kandırıcı değil, hüzünlendirici ya da kaygıyla uyarıcıdır. Bir şairin deneyimidir kuşkusuz, tekildir, biriciktir; ama bir de hissedilirse, o solgun ateş yüreği sarmaya başlar yavaş yavaş.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şiir Yazıları

 

Riitta Cankoçak

bilmece

 

kadın derin bir devlettir

atlarla gider

yosunlarla döner her gece.

CÜMLE HAYAT

Soner Demirbaş

 


Yem olmamak için azgın fırtınaya, sığınmıştım bir ardıcın kovuğuna

 

Gonca Özmen

 

BÖLÜNMELER

 

Kusura, vardım 

Benimdir dedim bu eski söz

 

Kime açıldıysa kapılar 

Kapananı benim dedim

 

Beni bir avuntudan oldurmuşlar 

De ki sıkıntının içini oymuşlar 

Böyle böyle sezdim dilin de sabrı var 


Buyur, karıştır çekmecemi,

sana yazdığım şiiri bul.


Atmakta üstüne yok; hay hay,

fırlat yere, onca kelimeyi.


Sina gelir, süpürür.


***


Seni salıncağa..  

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.