Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Şiir


Şiir /

İKTİDAR, ŞAİR, ÖDÜL VE HİÇ ÜZERİNE




Toplam oy: 673


  Mahmut Temizyürek

İktidar nasıl bir şey?

İktidar, yeterince bıktırmış bir kavramdır. Doğu ve Batı’nın mitolojisi, bu demek imgelem dünyası, sayısız iktidar öykülerinden oluşur. Tıpkı az bildiğimiz Uzakdoğu’nun mitolojisi gibi. Neden az biliyoruz? Belki “uzak” olduğu için. Konuyu düşünmeye elverişli imgeler taşıyor oysa. En azından her şey daha yalın orada. Örneğin, Hindiçin yerlilerince iktidar (bötav ya da pötau derlerdi) esasında bir kuştu: Akbaba (Drongo). Akbaba, insanların arasındaki ensest ilişkiden doğan sorunlara bakmak için tanrılarca gönderilmiş bir yargıçtı. Kalın, güçlü sesi, peştamala benzeyen giysisi (kuyruğu) bunun kanıtıydı. Adaletin temsilcisi olduğuna inanılırdı: Adalet’in kralı. Akbaba, günahları karşılığı insanlardan kurban ister, yeri göğü kana bulamadan ilahi adaleti tecelli ettirmez, çünkü karnı doymazdı.(*)

Kahraman Trong, bir gün adalet kralının karşısına çıktı ve onu bir güzel dövdü. Dayak sırasında, hikmetinden sual olunmaz, kuşun kanatları peydah oldu, kaçıp gitti (Tanrılar, dövmekle ölmezlerdi). O günden sonra insan kurban edilmedi, manda kurban edildi. Mandaların kurtarıcısı yoktu henüz; bugün olmadığı gibi.

İnsanlar, yalnızca Akbaba’ya kafayı takmadılar; başka güçler de vardı ilgilendikleri, başka erkler. Örneğin bir Bambu Maymunu vardı ki (Sre dilinde Kra ale denirdi), bu maymun yerle gök arasında yaşar ve yalnızca gündüzleri eylem yapardı. Bu yüzden ona ancak gündüz soru sorabilirdiniz. Soru sormak isteyen, soruyu da yanıtını da içinde tutacak, doğruluğunu şöyle sınayacaktı: Maymuna bir dal uzatacak, maymun bu dalı tutarsa, tuttuğu yanıt doğru demekti. Bilicilik işleri için yararlanılırdı bu maymundan. O zaman da, erken teşhis hayat kurtarırdı. Bu maymun, ataları kadar değerliydi yerlilerce. Orman ile köy arasındaki aracıydı o; gizemli her şey ile (orman) insan uygarlığı (köy) arasında. Tarihin bir ara halkası sayılırdı bu maymun (en eski ata).
 
Hindiçin mitolojisinde tanrısal güçlerle (iktidar) insanlar arasında çok sayıda ara konumlar, kişilikler vardır. Bu kişilikler de, küçük de olsa bir iktidar, bir erk taşırlardı, bugün olduğu gibi. Ara konumlar, çoğunca soyut bir imge, bir konum, bir kavramdı.

Biz gelelim Kurtarıcı Trong’a; ona ne oldu sonra? O ve soyu, derebeyi oldular. Kurtarıcı dönüştü zorbaya. Hiçbir eylemleri yargılanamazdı. Yalnızca Jörailer bu iktidar biçimini benimsemediler. Çünkü onlar kahramanın gülünç yönlerini de görmüşlerdi. Kahramanın edasına öykünerek gülüşmeye bayılırlardı. Jörailerin trongları (yiğitleri) iktidar kurmadığı gibi, iktidarlara, bu demek derebeylere karşı halk için çarpışan koçlar ya da eşkiyalar oldular. Bu yiğitlerin hepsi de şairdi. (Benzerleri, Köroğlu, Dadaloğlu, François Villon vb.)
 
Jörailer, bir de ateşin, suyun ve havanın mucizevi bileşiminden doğan kılıç’a inandılar. O kılıç, kızdığı zaman bir insanı yutmadıkça soğumazdı. Bütün uluslar ona sahip olmak için savaştılar. Kılıç bir süre Jörailer’in eline de geçti. Jörailer bu kılıcı yatık durumda, yani eylemsiz tutmayı yeğlediler. Kılıcın bu konumu bile, kabileler arasında barışın korunmasına yetiyordu. Jörailer, sınıfsal ayrım bilmeyen ama mizah bilen tatlı mı tatlı, yiğit mi yiğit neşeli bir kavimdi. Sınıflı toplum aydınlarının kendilerine “ilkel” demelerini hiç umursamadılar.


Şair kim, eseri ne zaman ne?

Şair, yeterince bıktırmış bir kavramdır. Onu çok bildiklerimiz dışındaki verilerle yeniden düşünmek için Gal, Kelt, ve İrlanda geleneği elverişlidir. Ki, Borges de, şiir konusunu İrlanda geleneği üzerinden anlatmayı sever.

Şair sözcüğünün karşılığı Galce “pencerdd”, İrlandaca’da “fili”dir. Sözcüğün kökü “görmek” anlamına yakın bir şeydir. İrlanda dilinde fili’den daha önceki sözcük, druid’dir (drui de deniyor). Druid, kraldan önce söz söyleme hakkına sahipti. Hakemlik ve arabuluculuk ederdi. Tanrılarla insanlar arasında bir bağ, etkin bir iletişim köprüsüydü.

Druid, yerini zamanla fili’ye bırakıp neredeyse sıradan bir kul konumuna indi. Çünkü Pagan inançlar gözden düşmüştü. Fili sözcüğü, çağdaş anlamdaki şairden daha fazlasını içerirdi. O bir soyacağı yazarıydı; dahası, töre ve gelenek bekçisiydi. Dahası, kahine, dahası peygambere yakın bir konumdaydı. Savaş alayının ozanı “bard”lar, (Kayıkçı Kul Mustafalar) ondan daha aşağı konumdalardı. Fili, şiirlerini arp eşliğinde söylerdi çoğu zaman.

Gallerin pencerdd’i, krallık meclisinde kralla ve yüksek sınıfla aynı seviyede otururdu. Kralın canı şarkı dinlemek istediğinde biri kral için biri tanrı için iki şarkı söylerdi pencerdd. Ardından bard teulu sazını alır ve övgüler düzerdi kralın zaferlerine. Britanya monarşisini yıkayıp yağlardı bir güzel. Bir İrlanda bard’ının, bir üst zümresi olan fili’nin şiirlerini söylemek için izin alması demek, ona dünyaların bağışlanması demekti.

Aslında hem fili, hem druid hem de bard, insan ve hayvan kurbanların nasıl kesilmeleri, nasıl gönüllü salhaneye gönderilmeleri gerektiği konusunda uzmanlaşmış, bunu vicdanlara kabul ettirmenin binlerce yolunu yordamını, sözünü erdemini bulmuş insanlardı. Elbet bu işlevleri karşılığı ödül alırlardı. “Şair” ve “Patron” birbirinden ayrılmaz iki konumdu.
Bunların dışında köylüler arasında yaşayan “aşık”lar vardı. Köy köy dolaşırlar, çalıp söyleyerek geçinirlerdi. Adları “şair” meclisinde pek anılmazdı.

Sonra ne oldu?

Thomas Moore’un deyimiyle sonunda “koyunlar insanları yedi”. Sanayi devrimiyle birlikte bağ bahçe, ağıl harman bozuldu; her yer koyun çiftliğine, ağıla dönüştü. Doymaz ve asla doymayacak biçimde yapağı yiyordu çırçır fabrikaları. Krallık ve derebeylik saltanatı yavaş yavaş yerini don kilot kılıklı burglulara (kentlilere) bıraktı; kentin uyanık tüccarlarına, girişimcilerine. Saraylardan düşen şairler de geldi kente, köylü aşıklar da. Yeni şairler de yetişti yeni kentten. Çok geçmeden her bir sınıftan birinin arasına girip yaşadılar. Onların acılarını, neşelerini, dünyalarını, bazen de ahiretlerini dile getirdiler. Bazıları da her konumu reddedip Jörailer’in yiğitlerine ya da eşkıyalarına benzediler. Bunları ölümlerinden sonra keşfetmeye bayıldı kentliler. Dahası, sen öl sonra okuruz şiirlerini bile dediler ona (Mayakovski). Bu tuhaf kast, bu garip loncanın üyeleri, pazar ekonomisi alış veriş düzeneği içinde, birbirlerine armağanlar vermeyi de çok sevdiler.

Ancak, zaman her şeyi buharlaştırsa da, şairler, her biri o kadim çağların tanrısal druid’i olma istencini terk etmediler. Keza, sözlerinin içinde gizli açık beliren sınıfsız toplum arzusunu da... Bir gün, keyfine göre, herkesin şair, herkesin müzisyen, ressam, yontucu, dansçı, ip atlamacı, cambaz, gezgin, oyuncu, güvercin eğiticisi vb. olacağı çağa kadar böyle gidecek diyenler vardır. Şairlerin içlerindeki o ezeli ve ebedi çatışma tanrısal yücelik ile hiçlik arasındadır.

(*) Burada yazılanların çoğunu nereden mi biliyorum? Eksiği, yanlışı benim “eserim” olmak üzere, özü, Fransız şiirinin eşsiz isimlerinden biri olan Yves Bonnefoy’un öncülüğünde hazırlanmış olan Mitoloji Sözlüğü’ndendir.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şiir Yazıları

 

Riitta Cankoçak

bilmece

 

kadın derin bir devlettir

atlarla gider

yosunlarla döner her gece.

CÜMLE HAYAT

Soner Demirbaş

 


Yem olmamak için azgın fırtınaya, sığınmıştım bir ardıcın kovuğuna

 

Gonca Özmen

 

BÖLÜNMELER

 

Kusura, vardım 

Benimdir dedim bu eski söz

 

Kime açıldıysa kapılar 

Kapananı benim dedim

 

Beni bir avuntudan oldurmuşlar 

De ki sıkıntının içini oymuşlar 

Böyle böyle sezdim dilin de sabrı var 


Buyur, karıştır çekmecemi,

sana yazdığım şiiri bul.


Atmakta üstüne yok; hay hay,

fırlat yere, onca kelimeyi.


Sina gelir, süpürür.


***


Seni salıncağa..  

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.