Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Şiir


Şiir /

NÂZIM HİKMET




Toplam oy: 756

***
Bitkiler ipeklisinden dallı budaklısına
hayvanlar tüylüsünden pullusuna
evler kıl çadırından betonarmesine
aletler uçağından tıraş makinesine kadar
bir de denizler bir de bardaktaki su
bir de yıldızlar
bir de dağların uykusu
bir de her şeyle her yerde karmakarışık insan
yani alınteri
yani kitaplardaki yalan
yani doğru yalan
yani dost düşman
yani hasret sevinç keder
gelip geçtim kalabalığın içinden
gelip geçen kalabalıkla beraber.

 

YAŞAMAYA DAİR

1
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
                       bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
                       yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
                        beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
                                    insanlar için ölebileceksin,
                        hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
                        hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
                        hem de en güzel en gerçek şeyin
                                      yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
           hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
           ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
                                      yaşamak yanı ağır bastığından.
                                                                                     1947
2
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
              bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
                                en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için,
                               diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
                           yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
                        fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
                        belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
                                    yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
          hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
                                                                      1948
3
Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
                       hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
                       yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
                       zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yaşadım" diyebilmen için...



  Mahmut Temizyürek

Nâzım Hikmet (15 Ocak 1902- 3 Haziran 1963): Unutulmaz şairin doğum günü haftasında, onu değişik zamanlarda yazdığı “Yaşamaya dair” üç şiiriyle ve yaşamını imlediği başlıksız bir şiiriyle anmak istedik. Bu şiirleri seçmemizin bir nedeni de yaşamı ile şiiri birbirine bu denli benzeyen bir insanın var olduğunu anımsamak için. “Benim asıl sanatım hayatımdır, eserlerim onu taklit eder” diyen Oscar Wilde gibi düşünmedi; birbirini besleyerek ikisinin de büyük eserler olabileceklerini gösterdi. Bıraktığı miras Türkçe’yi yüzyıllarca ihya edecek güçtedir. Türkçe şiirde “cumhuriyet” Nâzım’ın eseridir; Ahmet Haşim’in de dediği gibi, orkestrayı, çoğul sesi o getirmiştir bu dile. Hapishaneler başta, geçtiği her yerden, şiiriyle büyük bir yol açtı. Türkçe’nin yeni bir ayaklanmasıyla açılmıştı bu yol. Yahya Kemal’den “şiir terbiyesi” alacak kadar şanslıydı ama önündeki asıl büyük engelin ustası olduğunu da erken hissetmişti. Ustasının gölgesinde kalacağı endişesi, onu devrim ateşinin tam ortasında saklı olan şiiri bulmaya güdüledi. Şiirini bulduğu yerle kendini bulduğu yer aynı yerdi; devrim ateşinin tam ortası.
Sovyet Devrimiyle buluştuğunda 19 yaşındaydı; Rusya’da yaşadıkları ona ömrünce yoldaşlık etti. Tutulduğu devrim aşkının bedeli, her seferinde ağır işkenceli tutuklamalar ve sonra mahpusluktu. Daha da beteri, memleketine hasret yaşamaktı. Acısı hiçbir koşulda yüksünmeye dönüşmedi, “düşmana inat bir gün daha fazla yaşamak” duygusuna inançla tutundu. Düşüncelerini hiç bir koşulda silmeye, silikleştirmeye çalışmadı. Bir trajedi kahramanıydı aslında; kahramanı emekçi kitleler olan modern destanların kurucu şairi oldu. Şiirin orkestrasını kurmuştu Türkçe’ye. Üç telli sazın çalındığı sahnede alışılmadık sazlardan oluşmuş büyük bir orkestranın icrasıydı şiir eylemi. Debisi güçlü bir nehir gibi akan şiirinin alışılmamış biçimi, ritme ve sese verdiği önem, konularındaki uyarıcı tazelik, okuyana aşıladığı özgüven, ilk günden beri herkesi büyülemişti. Orkestrasındaki her saz yepyeni bir ahengi müjdeliyordu. Birbiriyle uyumlu çoğul sesi, yüreğe esenlik sunan cömert sözü, sözünde insanın ruhunu yücelten bir cesaret vardı. Divan şiirinin incelikleri, Pir Sultan’ın, Dadaloğlu’nun kavgacı sesi, Karacoğlan’ın lirizmi, destanların epik havası, ağıtların içe işleyen kederi ve daha nice şiir ustalığı, modern kent diline taşınmış, onun şiirinde kendine güvenli bir yer edinmişti. Dünya şiirinin en yeni, en uç örneklerini Türkçede canlandırmış olması, şiiri Yahya Kemal’in geçmişçi evreninden kurtarmıştı. Aslında hiçbir edebi okula tam olarak bağlı değildi; ne olursa olsun gerçeğin hareketini yansıtan, “eski dünya”nın her alandaki kokuşmuşluğu üzerine kar seli gibi boşalan bir şiirin özü biçimi neyse o anda ona bağlanıyordu. Böylece birçok biçim deneyerek şiirin büyük saatinin gongunu sağır sultana bile duyurabilmişti.
Nâzım’ın şiiri toplumsal kavgasıyla etle tırnak gibi bütündür; belki de bu nedenle hiç kimse, onun kim olduğunu, ne yaptığını, ne düşündüğünü bilmeden şiirlerini okuyamadı. Öte yandan, uluslaşma sürecinin şiirdeki örneği de komünist Nâzım'ın eseri olmuştu. Şiiri bir soluk alıp verme gibiydi; yaşamına giren hemen her şey şiire dönüştü, şiirine giren her şey de yaşamı oldu. Kalbinin amansızca sızladığı, bir daha göremeyeceği umutsuzluğuna kapıldığı anlarda yazdığı “memleket” şiirleri, modern dünyanın en dokunaklı hasret şiirleri olacaktı. Bu şiirlerdeki keder, ateşli ruhunun üzerine ağır bir değirmen taşı gibi oturacak, kalbini acımaszıca öğütecekti.
Vasiyetinin yerine getirilmesi için çok az engel kaldı. Ama asıl önemlisi yol arkadaşlarının ondan özür dilemesidir. Bir dönem yoldaşı olmuş kimi insanlar, burjuvazininkinden daha beter acı çektirmişlerdi Nâzım’a. Özür borçlarıyla göçtüler onlar da. Nâzım’ı da Pir Sultan gibi, “ille dostun gülü” yaralamıştı. Yarasını dindirmek, acısını yatıştırmak için ülkesinin çınar ağaçları onu kucaklamayı bekliyor.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şiir Yazıları

 

Riitta Cankoçak

bilmece

 

kadın derin bir devlettir

atlarla gider

yosunlarla döner her gece.

CÜMLE HAYAT

Soner Demirbaş

 


Yem olmamak için azgın fırtınaya, sığınmıştım bir ardıcın kovuğuna

 

Gonca Özmen

 

BÖLÜNMELER

 

Kusura, vardım 

Benimdir dedim bu eski söz

 

Kime açıldıysa kapılar 

Kapananı benim dedim

 

Beni bir avuntudan oldurmuşlar 

De ki sıkıntının içini oymuşlar 

Böyle böyle sezdim dilin de sabrı var 


Buyur, karıştır çekmecemi,

sana yazdığım şiiri bul.


Atmakta üstüne yok; hay hay,

fırlat yere, onca kelimeyi.


Sina gelir, süpürür.


***


Seni salıncağa..  

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.