Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

			

Üye Eleştirileri


Üye Eleştirileri

Cesur Bir Roman

Bernhard Schlink
Doğan Kitapçılık

Bernhard Schlink'in "Hafta Sonu" romanı, kasvetli ama samimi bir roman. Aslında biz yazarı "Okuyucu" romanıyla tanıdık. Ama kitabından önce filmiydi bizi etkileyen. Kate Winslet'ın canlandırdığı, okuma bilmediği halde kitaplara tutkun olan Hanna Schmitz'i kim unutabilir! Ya da onun bıkmadan dinlediği Çehov'un "Küçük Köpekli Kadın" hikayesini.

Bernhard Schlink bir hukuk profesörü, aynı zamanda yargıçlık da yapıyor. Yapıtları birçok dile çevrilmiş, ülkesinin (Almanya'nın) karanlık ve acılı geçmişine bakmaktan korkmayan önemli bir yazar. Kendisinin tabiriyle, savaş sonrası kuşağına ait ve bütün hayatı soykırım utancının gölgesinde geçmiş.

Yalın bir dili var ama, romanları düz bir kurguyu takip etmiyor. Geri dönüşlerle, sabırla örüyor hikayesini ve atmosfer yaratmakta son derece başarılı bir yazar.

"Hafta Sonu" romanının görünen ana kahramanı, işlediği cinayetler yüzünden yirmi yıl hapis yatan terörist Jörg. Görünen kahramanı diyorum, çünkü Jörg'ün beklenmedik bir afla hapisten çıkışı sadece olayları başlatan bir kıvılcım. Ona karşı karmaşık duygular besleyen (ensest!) kız kardeşi Christiane, Jörg'ün toplum içine karışabilmesi için görünüşte masum bir plan yapıyor. Issız bir bölgedeki metruk bir evde Jörg'ün tüm dostlarını bir hafta sonu geçirmeye çağırıyor. Sözde herkes hapisten çıkan Jörg için orada bulunuyor. Ama gotik bir atmosferin yaratıldığı evde bütün konuklar kendi hayatlarının muhasebesine girişiyorlar.

Schlink kahramanlarına şefkatle yaklaşmıyor. En azından görünüşte hayatta başarılı olmuş olanlarına. Sırlar ortaya çıktıkça, aslında kimin suçlu olduğu, suçun ne olduğu belirsizleşiyor. Kefaret, aşk, fedakarlık, cinsellik gibi kavramlar sorgulanıyor.

"Hafta Sonu" cesur bir roman. Bu yüzden cesur okuyucular istiyor.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Üye Eleştirileri Yazıları

Roman hakkında bir şeyler yazmak gerektiğinde “bizde” izlenen usul, çoğunlukla yazarın dünyası ve kendisi hakkında oluşmuş genel kanaat üzerinde kanat çırpmayı gerektirmeyen bir uçuşla yazarla (ya da politik olarak mahkum edilmiş bir yazarsa “çoğunlukla”) aynı gökyüzünü paylaştığı izlenimi veren satırlar arasında süzülmektir. Ne de olsa böyle bir usulde romanı okumak da gerekmez.

Kitabın ismindeki aşkı görünce hem ilgimi çekmiş hem de romantik bir şeyler okuyacağımı düşünmüştüm. Ama kitabı okumaya başlayınca hiç de öyle olmadığını görüp, bir günde okuyup bitirdim. Çok az kitapta yaşadığım o nefessiz kalmayı yaşadım. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza´sında ki çarpıcılığı hissettim. Tam evet tam bir aşk romanı! Aşkı en çarpıcı ve vurucu biçimde anlatmış.

Felsefe devrimsel değil birikimsel bir süreçtir ancak bu birikimli yapının bazı devrimcileri vardır. Marquis de Sade işte bu devrimci filozoflardan biridir, hatta en başta gelenlerindendir, çünkü de Sade dokunulması en güç şeye dokunmuştur, en büyük tabuyu devirmiştir.

'Hatıra' sözcüğü hep tek yumurta ikizi 'Hüzün'le gelir insanın aklına. Öyle ki, ne kadar hoş, ne kadar eğlenceli anlarınızı hatrınıza getirirseniz getirin, attığınız en şiddetli kahkahaların ardından çöküverir o hüzün üzerinize. Bir daha o günlere dönemeyecek olmanın hüznü. 'İstanbul Hatırası' da tam böyle bir kitap.

Christopher Priest’ın bol ödüllü fakat ülkemizde ancak film uyarlaması ile adını duyurabilmiş ve hala daha pek de okunmamış romanı bizi eğlencenin kanlı canlı olduğu zamanlara götürüyor.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.