Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Tarık Tufan'dan Yaradaşlık Romanı




Toplam oy: 209
Düşerken, geçmişle yüzleşmenin, hayatta her daim açık kalmaya mahkûm yaraların, bu yaraları onarmaya çalıştığımız arayışların hikâyesi...

Tarık Tufan, Türk edebiyatının en üretken kalemleri arasında yer alıyor. Aylık edebiyat dergilerinde yayınladığı hikâyelerin yanı sıra, neredeyse her yıl çıkardığı yeni kitaplarla göz önünde bir yazar.

 

Daha geçen yıl, Ahmet Kaya’nın efsane şarkısına göndermeli başlığıyla yayınladığı hikâye kitabı Beni Onlara Verme’nin biz okurlar üzerinde bıraktığı sarsıcı etkisi sürerken, şimdi de uzun vakittir üzerinde çalıştığı yeni romanı Düşerken’le bizleri selamladı.

 

Tarık Tufan, Şanzelize Düğün Salonu’ndan, Ve Sen Kuş Olur Gidersin’e; Kekeme Çocuklar Korosu’ndan, Hayal Meyal’e ve şimdi de Düşerken’de savrulan hayatlarımızın izdüşümlerini hikâyeleştiriyor, romanlaştırıyor. Bizi bize anlatıyor. Bunu da çok iyi yapıyor.

 

ÇİFT TARAFLI BİR YOL HİKÂYESİ

 

Düşerken, geçmişle yüzleşmenin, hayatta her daim açık kalmaya mahkûm yaraların, bu yaraları onarmaya çalıştığımız arayışların hikâyesi...

 

Bu kez arayışımızı ama aslında hiçbir zaman bulamayacaklarımızı Jülide ve İshak’ın hikâyesi üzerinden okuyoruz.

 

“Jülide, biliyor musun, tam düşerken karşıma sen çıktın.” (s.154)

 

Birbirlerinin hayatlarına hiç dokunmayan iki insanın bir araya gelmesi, hayatlarını birbirlerine açmaları ve acılarının peşinden gidişlerinin hikâyesi Düşerken.

 

İstanbul’un Kurtuluş semtinde, modern yaşamın getirisi sonucu insan ilişkilerinin sonunun geldiği, birbirine dokunmayan insanların arasında, aynı apartmanda yaşayan iki çocuk babası sıhhi tesisatçı İshak ve genç ressam Jülide... Tesadüfi bir karşılaşma sonucu bir araya gelişleri ve geçmişlerini arkada bırakıp yeni ortak hayata ama çok da birbirlerinin alanlarına girmeden, ortak bir mesel üzerine, “yaradaşlık” serüveni Düşerken...

 

Yazar verdiği bir mülakatta şöyle tanımlıyor kitabı:

 

“Düşerken çift taraflı bir yol hikâyesi; bir şehirden uzak bir şehre, bugünden geçmişe doğru zorlu bir yolculuk. Bir görünen yolculuk var bir de içsel ve dışarıdan bakınca görünmeyen. Elbette içsel olanı daha çetin, zorlu ve karmaşık. Aslında İshak’la Jülide’nin başka şehre yaptıkları yolculuk zahiri kısım. Bazen içimize doğru yolculuğa cesaret edemediğimiz için başka yerlere yöneliyoruz. Bir tür kaçış. Gitmek zorunda olduğumuzu biliyoruz ama korkularımızla baş edemediğimiz için başka yerlere bakıyoruz. Böylesi anlarda karşımıza çıkan insanlar doğru kişiler midir? Bundan mutlak manada emin değilim ama karşımıza çıkan her kimse, sonu ne olursa olsun o yolculuğa birlikte çıkmak kaderin bir parçası oluyor. Sonunda bir şeyi öğreniyoruz. İyi veya kötü, doğru veya yanlış. Bir bilgiye, duyguya, ahlaka erişiyoruz.” (edebiyathaber.net)

 

Jülide ve İshak, bu yaradaşlık serüveninde, birbirlerine merhem olup, yaralarını sarmaya çalışıyorlar. İshak ve Jülide yaraları sararken, birlikte kaçıyorlar, birlikte ağlıyorlar, birlikte ânı yaşıyorlar ve fakat “düşerken” bir şeyler eksik kalıyor. Bu her okur için öznel bir durum elbette. Yaradaşlık çoğu zaman yeni ama tutkulu bir aşkı muştulayabilir, yeni bir bağlanmayı, yeni bir acıyı, yeni bir kaçışın arzulu mesajlarını bize verebilirdi pekala…

 

Yukarıda alıntıladığım söyleşinin bir yerinde, yazar da zaten bakın ne diyor, “Bir yere kadar anlattım ama bunun bir son olduğunu söyleyemem. Romanları yazdıktan sonra karakterler zihnimde kaldıkları yerden yaşamaya devam ediyorlar.”

 

Belli ki, yazarın da isteği bu yönde, her okur için farklı bir final imkânı...

 

 

DÜŞERKEN
Tarık Tufan

PROFİL YAYINLARI 2018

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.