Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Edebiyat ve vicdan

Biliyorsunuz Nobel ödüllü Çinli yazar Mo Yan, Türkiye’ye geldi. Mo Yan yaptığı konuşmada kendisine sorulan sorular üzerine dikkat çekici, kanımca edebiyat okurunu da biraz zedeleyici, iki yanıt verdi. Biri sansür üzerineydi. Yazar sansüre elbette karşı olduğunu lakin sansürün kimi zaman halkların yararına (da) olabileceğini belirtiyordu. Kendisine yöneltilen bir diğer soru da Türkiye’ye dairdi. Yan’a göre Türkiye sokakları capcanlı ve huzurlu idi.

 

Amacım elbette Mo Yan’a çatmak değil. Çünkü yazar her şeyden önce Türkiye’nin politik hayatı üzerine fikir sahibi olmak zorunda değil. Onun gözüne sokaklarımız gerçekten de cıvıl cıvıl ve huzurlu görünmüş olabilir… vs. Duyarlı okur, ülkesinin gündeliğine dair kavrayışı/kavrayışsızlığı ve duygudaşlık kuramaması nedeniyle Mo Yan’a kırılabilir, ya da belki de sırf bu yüzden onu alkışlayabilir, bu Mo Yan ve Türkiyeli okurları arasındaki özel ilişkidir, karışılmaz. Ama iş sansüre gelince, insan ister istemez edebiyat, edebiyatçı duruşu ve vicdan üzerine düşünüyor… Uzun uzun düşünüyor.

 

Edebiyatı her şeyden, akıldan, mantıktan, sezgiden, duygudan, şimdiki zamandan, geçmişten ve gelecekten, ayırabilirsiniz. Onu yerin dibine sokabilir ya da ulu mu ulu kutsal bir köşeye taşıyıp ayrıştırabilirsiniz. Edebiyat neresinden tutarsanız orasını görebileceğiniz cam bir küre olabilir pekala. Bakış açınızla, aklınız ve duygularınızla şekillenen, sizi de değiştiren büyülü, oyuncu, elle tutulamaz şeffaf bir küre... Ama onu vicdandan ayırmak, sanırım imkansız. Vicdan dediğimiz, sözlükte tanımlanması aslında neredeyse imkansız ama yüreğimizde hissettiğimiz o sezgisel, muğlak ve yol gösterici kelime en az edebiyat kadar elle tutulamaz ve en çok edebiyatın kendisiyle özdeşleşir. Peki, halkları korumak ve kollamak edebiyatın, edebiyatçıların işi midir? Belki bir bakıma öyle, yürekleri ve zihinleri açmak demek, insanı ve toplumları korumak demek de olabilir elbette. Ama bunu sansür aracılığıyla yapmak, bizzat kendin yapmasan da sansürü savunmak, doğası gereği muhalif olan edebiyattan uzaklaşmak anlamına gelebilir. Çünkü iktidara ve güce sahip olmadan sansür uygulanamaz, malum. Yarar veya zarar fark etmez, sanatçının ve edebiyatçının iktidarın ve gücün yanında yer alması, onun sözcüsü olması sanırım herkesten çok edebiyatçı kimliğini zedeler. Ama kimlik edebiyatın bir yan ürünü olabilir olsa olsa. Önemli olan edebiyattır, yazarın bize eseriyle, eserleriyle verdiği yanıttır. Ve hiç şüphesiz ki kararı edebiyatın dışında bir yerlerde aramak da haksızlık olacaktır, art niyetin ta kendisi olacaktır.

 

Mo Yan’ın Türkçeye çevrilen tek kitabı olan Kızıl Darı Tarlaları’nı okumaya başlayacağım birazdan. Edebiyat ve vicdan üzerine biraz da onun bu romanını okuyarak düşüneceğim. Yazara değil ama kendi adıma edebiyata bir şans vereceğim. Size de tavsiye ederim.

 

Görsel: Mr. Esgar

Yorumlar

Yorum Gönder


mo yan ın eserleri ülkesinde sansür nedeniyle 'korsan' baskılarla yayılmaktadır. ama nobel onun için bir ayrıcalığa dönüşmüş olacak ki sansürü bile destekleyebilecek hale gelmiş.


Yazar, keşke insanların özgürlüklerini kısıtlayan ve otosansüre yol açıp beyinlere ve düşünceye set çeken sansürün, ne şekilde "halkların yararına (da) olabileceğini" açıklasaymış. Bu ifadeyi kullanan bir yazarın ya hiç sansüre uğramadığından ve bu nedenle nasıl bir şey olduğunu bilmediğinden ya da uygulanan yoğun sansür nedeniyle ister istemez otosansür uygulamaya başladığından şüphelenmemek elde değil.

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.