Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

İkiyüzlü körler ülkesinde cinsellik ve edebiyat

Kökü elbette daha gerilere gidiyor ya, Turgut Özal’ın kişiliğinde taçlanmış bir toplumsal olgu bu: Faydacı muhafazakarlık. Milliyetçi-muhafazakarlığı neoliberalizmle birleştiren Yeni Sağ’ın tipik ama aynı zamanda daha atak daha yenilikçi lideriydi Özal. Popülizme yeni ve 13 yıllık iktidarının (cumhurbaşkanlığı dahil) sağlamlaştırdığı, köklü bir açılım getirmişti: “Çağa uygun örf ve adetlerini koruyan, ‘seçici’ bir modernleşmeye, bilhassa ehil bir Müslüman-Türk halkı imgesinin inşası”.  Muhafazakarlığın tutuculuk demek olmadığının altını sık sık çizmişti Özal ve bir yandan dini-geleneksel hassasiyetlerin toplumsal yaşam içinde alanını genişletirken bir yandan da avam diyebileceğimiz popüler kültür ürünlerine dikkat çekiyor, bu hassasiyetler içinde, kendi özel hayatı da dahil olmak üzere, onlara da yer açıyordu. Ve böylelikle yaşayan somut halk ile idealize edilen soyut halk arasındaki açı giderek daralıyordu. Dönemin eğilimleri içinde kutsanan, ululanan bu tutumun günümüzdeki tezahürleri malumunuz içler acısı. Geleneksel kıyafetler giyip bir yandan da cep telefonu kullanmaya benzemediğini biliyoruz artık bu tutumun.  Faydacı muhafazakarlık bizi ikiyüzlüler toplumunda yozlaşmanın da ötesinde bir yerlere getirdi: Dayatmacı, cahil, kendi yönelimleri dışındaki hiçbir şeye nefes aldırmayan, şiddet eğilimli bir zorbalar ülkesinde yaşıyoruz artık.


Bu nedenledir ki Sabitfikir’de yer alan 08.12.10 tarihli, bu yazının da derdi olan “Cinsel Kitaplar Beraat Etti” başlıklı habere sevinemiyorum bile: “Yaklaşık 2 yıldır yargılanma süreci devam eden, eserleri “edebi” olarak niteleyen akademik bilirkişi raporlarına, ulusal ve uluslararası meslek birliklerinin çağrılarına, daha önce verilmiş örnek kararlara ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi mahkûmiyetlerine rağmen yargılanan ve en son yetişkinlere yönelik kitaplar olmalarına rağmen Başbakanlık Çocukları Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’na gönderilen Sel Yayıncılık’ın “Cinsel” kitaplar dizisinin üç kitabı (Genç Bir Don Juan’ın Maceraları, Görgülü ve Bilgili Bir Burjuva Kadınının Mektupları, Perinin Sarkacı) sonunda beraat etti!”


Sevinemiyorum zira madem bu kadar muhafazakarız, madem cinselliğe edebiyatta bile tahammül edemiyoruz o zaman niye şiddet her yerde, açık açık serbest diye soruyorum kendi kendime…Neden televizyon dizlerinde, filmlerinde öpüşme sahneleri bile sansürlenirken, şiddet dolu sahneler bol bol yer buluyor; cinsel içerikli kitapları basanlar mahkemelerde sürünürken sivil silahlanmanın önünün açılmasıyla ilgili son derece acayip kararlar mecliste görüşülüyor? Tektanrılı dinlerle birlikte içimize işleyen ataerkil sistemin içine düşeceği en ikiyüzlü ve en ilkel uçurumun kıyısındayız artık hep beraber. Eril düşünce iktidarda ve her an daha da fazlasını istiyor. Hakimiyeti altına aldığı dişil cinselliği sürekli surette baskılarken bir yandan da şiddet kültürünün kanatlarında yükseliyor. Televizyon kanallarında çöpçatanlık programları aracılığıyla kadının tek kurtuluşunun evlilik olduğunu, şiddet içerikli dizilerle erkeğin namusunun hayatiliğini, devlet için kurşun atabilmenin onurunu öğreniyor, bir yandan da anahaber bültenlerinde hep beraber İstanbul’a düşecek ilk karın mahiyetini merak ediyoruz… Bilgi yarışmalarına katılanların(somut veya soyut farketmez “halk”tan kişiler), edebiyattan gelen sorular üzerine hayatlarında hiç kitap okumamış olduklarını büyük bir rahatlıkla, hiç mi hiç utanmadan söyledikleri bu körler ülkesinde edebiyatın zenginleştirici yüzünü, toplumlar ve bireyler için ayna işlevi görecek o büyüleyici özünü hatırlatmak, vurgulamak ne mümkün.  


İslamiyet cinselliği yasaklamaz, bu dine göre cinsellik kötü bir şey değildir. Bilakis her kulun yaşayacağı, tadacağı  fiziksel bir gerekliliktir. Ancak evlilik dışı cinsel ilişkiyi denetlemek de gereklidir elbette. İslamiyet bunu mekanı denetleyerek gerçekleştirir. Bu noktada kadın toplumsal bir denetlenme aracına, erkekse bir sınır nöbetçisine dönüşür. Kamusal alanlar, edebiyat, sanat, ev ve kadın bedeni, söz konusu denetimin merkezleridir. Şimdilerde bu denetimin ölçüsüz denetçileri sarmış her yanımızı, toplumsal hayatın her alanında eli silahlı sınır nöbetçileri olarak cirit atıyorlar etrafımızda. Televizyon kanallarında, edebiyatta, sinemada, sanatın her alanında ayak seslerini duyuyoruz. Faydacı muhafazakarlık önceleri sadece kendine faydalı oluyordu şimdilerde derin çelişkileri ve ikiyüzlülüğüyle kendi kuyusunu da kazmaya başladı. Çıkış yolu sanırım önce olan biteni görebilmekte ve mahkemelerde sürünme korkusuna yenik düşmeden, cesurca hareket edebilmekte; en azından edebiyat adına…

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.